BAKİ ÇİFTÇİ

Manavgatlı Dik Kuyruk Sincap’ın Ölüm Günlüğü

Ben bİr sincabım, ben çok güzel orman hayvanıyım. Kürküm kızıla çalan kahverengi, sırtımda siyah lekelerim vardır. Uzun bıyıklarımla dengemi sağlar en uzaktaki titreşimleri bile algılarım. Meşe palamudu ve çam kozalaklarını, cevizi, bademi, kestaneyi çok severim. Bana fazla gelen meyve ve ağaç tohumlarını ormanın değişik yerlerine saklamak çok önemlidir. Kış gelip de, zor günlerde acıkınca sakladıklarımı bulup afiyetle yerim ama birçok tohumu sakladığım yerde bulamam. Ya unuturum, ya da üşenirim aramaya. İlkbaharda baktığımda sakladığım tohumların birçoğu filiz vermiş olduğunu görür çok sevinirim yeni bir ağacım oldu diye. Anlayacağınız ben bir tohum ekiciyim, güçlü, büyük arka ve el olarak kullandığım küçük ön ayaklarım vardır. Tırnaklarım uzun ve güçlüdür, her ağaca çok hızlı tırmanabilirim, çevik ve akıllıyımdır. Hele de kuyruğum, o kadar güzeldir ki her kuyruk yarışmasında ben birinci olurum. Tilkiler kıskanır beni.
Sarıçam ormanında çok güzel bir evim var, içini zevkime göre döşedim. İki yüz yaşında en güzel, en yüksek, manzarası en güzel ve sağlam çam ağacında, on beş metreye özel olarak oyulduğunu söylerdi dedem. Komşumuz Ağaçkakanı hep minnetle anarım. Başka ağaçlarda da evimiz ve sığınaklarımız var ama ben en çok Manavgat yamaçlarındaki çam kovuğumu severim, çok anılarımız vardır, atalarımın birçoğu bu ağaç kovuğunda yaşadı, buralar bizim yurdumuz. Kovuğumuzun terasına çıkınca uçsuz bucaksız ormanı görürüm, aşağısı masmavi deniz, az ileride ki şelalenin sesini duyuyor musunuz? Ben o ses olmadan uyuyamam.
Terasımdan komşularımı izlerim. Biraz önce on bir yavrusuyla komşumuz Süslü Domuz Teyze geçti. Ormanın çiftçileridir, çok faydalı işler yaparlar, topraktaki zararlı böcekleri ve kurtçukları hasat edip havalandırarak ve sindiremedikleri sert tohumları ormanın her yanına yayarlar, ağaçların gelişimine ve çoğalmasına katkı sunarlar. Benim en faydalı komşularımdır onlar.
İşte, orada bir yalnız karaca, çok ürkektirler ama saklanmayı iyi bilirler. Karaca komşumu çok severim, bana hiç zarar vermez, hatta biz onunla anlaşmalıyız. Birbirimizi tehlikelere karşı korur kollarız. Bakın işte orada, çam ağaçlarının arkasında iki büyük kulak. Karşıdaki yaşlı çam ağacının altında çok güzel bir evi var, çok güvenliklidir, birçok çıkışı vardır, bir keresinde şahin saldırısına uğradım, tam zamanında kapısını açıp beni evine aldı. Bunları sizlere anlatabiliyorsan komşum Dik Kulak Tavşan sayesindedir.
Bizim ormanda çok komşumuz vardır, kimini severim ama kimisi beni yemeye kalkar. Ama ben çok dikkatliyimdir, hem kendimi, hem de geyikler, kaplumbağalar, tahtalı güvercinler, ibibikler, alakargalar birbirimizi korur kollarız… Benim o kadar çok uçan, yürüyen, sürünen, sıçrayan komşumuz var ki dünya kurulalı beri birlikte yaşar gideriz.
Hepimizin korktuğu tek şey insanlardır. Kimimizi zevk için, kimimizi eti için, kimimizi derisi için, kimimizi de sevmedikleri için, korktukları için tuzaklarla, sopalarla, silahlarla öldürürler. En çok insanlardan korkarız. Benim korktuğum hayvan komşularım bile insanlardan çok korkarlar. Kurtlar, ayılar, çakal ve tilkiler insan kokusundan bile ödleri patlar.
Ama ne olursa olsun bir yolunu bulup insanların bu zalimliğine karşı hayatta kalmayı başarabiliyoruz. Ama insanların sebep olduğu orman kesimi ve yangınlardan kurtulmamız mümkün olmuyor.
Daha geçen yıldı. Çok acı haberler aldık. 2668 orman yangınında 11332 hektarlık ormanda yaşayan uzak akrabalarım ve komşularım can verdiler. Kurtulabilenlerde açlıktan ve susuzluktan ölmüşler, içim nasıl acıyor bilemezsiniz. Bu insanlar bizden ne istiyor anlamıyorum. Duydum ki ülkelerin sınırları varmış, dünyayı parça parça bölmüşler, sınır telleri çekmişler, silahlı askerler koymuşlar, hem biz hayvanları hem de birbirlerini öldürüyorlarmış. Daha geçen gün göçmen komşum, Uzun Gaga Leylek arkadaşım anlattı. Gökyüzünde de öldürüyorlarmış. Uzun Gaga Afrika'dan, Fırat ve Dicle nehir boylarında çok insan ve hayvan ölüsü görmüş. Birbirleriyle ne sorunları var bilemem ama biz hayvanlardan ne isterler, biz onlara zarar vermeyiz ki.
Önce tarla açmak için, inlerimizi, yuvalarımızı yok ettiler, otlakları kuruttular. Karacalar, geyikler, kuşlar eskisi gibi beslenemiyor artık, beslenmek için ata topraklarına dönmeye cesaret edenler bir daha dönmüyor. Biz dağlara doğru çekilmek zorunda kaldık. İnsanlar, bizi kovdukları yerlere büyük beton evler yaptılar. Bizde dağlarda kovuklar, inler ve yuvalar kurduk, ama yine rahat bırakmıyorlar. Birçok insan patlayan demirlerle, özellikle domuz komşularımı avlamaya çıkıyorlar, daha iki gün önce Süslü Domuz Teyze dört yavrusunu kaybetti, önüne ne gelirse öldürüyorlar.
Sonra nehirlerimizin önünü kestiler, kanallar yaptılar, ağaçları kesip sürükleyerek götürdüler, sularımızı, ağaçlarımızı çalıyorlar. Kurtulabilenlerimiz biraz daha yükseklere kaçtık. Derelerimizin, pınarlarımızın kıyılarında, yuva kurduğumuz ağaçların gölgesinden hayvan kardeşlerimin etinden mangal yakıp eğleniyorlar. Yaktıkları ateşleri çoğu kez öylece bırakıp gidenler bile oluyor. Sonrada bizim üzerinde yürümeye kıyamadığımız, komşularımızın beslendiği, su içtiği doğamızı kirletip gidiyorlar.
İnsanlar üzerinde yaşadıkları doğaya neden bu kadar kötü davranır anlam veremiyorum. İçtikleri her neyse, parlak, adına şişe dediklerini sağa sola atıp gidiyorlar, bazıları o parlak şeylere patlayan demirlerle ateş edip parçalıyor, parçaları her yana dağılıyor. Komşum geyiklerden biri otla birlikte yemiş o parlak parçaları, acı içinde yavaş yavaş ölümünü izledik.
Bir de içinde bir şeyler taşıdıkları torbaları var, poşet diyorlar adına, nefret ediyorum onlardan. Kuzenim Sırma Kuyruk içindeki kalıntının kokusunu merak edip içine girmiş ve havasızlıktan öldü. Günlerce yas tuttuk. Ormanlarımız üzerinden büyük kuleler ve kuleleri birbirine bağlayan kalın teller geçiriyorlar. Uzun Gaga göçmen komşumun iki kardeşi asılı kaldı o tellere, ne olduğunu anlayamadık, Uzun Gaga Leylek komşumuz “daha bu ne ki, sıcak aylarda bu teller büyük yangınlara yol açıyor, çok dikkatli olun” demişti. İnsanların geride bıraktığı parlak parçalar çok yangına sebep olmuş.
İnsanlar kendi aralarındaki kavgalardan sinirlenip ormanları ateşe verebiliyorlarmış, düşünebiliyor musunuz? Birbirlerine kızıp bizi yakıyorlar. Uzak akrabalarımın yaşadığı bütün ormanlar yok olmuş, duyduk ki akrabalarımın yaşadığı ağaçların yerine çok büyük insan evleri yapmışlar.
Ben bir sincabım, adım Dik Kuyruk. Dünyaya bir ağacın tepesinde bakar, ondan beslenirim, yuvamdır ağaçlar benim. Dün gece önce keskin bir kokuyla uyandım. Başımı kovuğumdan dışarı uzatmamla geri çekilmem bir oldu. Dünya ya kızıl bir canavar düşmüş, her şeyi yutuyor. Tanrım çok korkuyorum, ağaçların çığlıkları kulaklarımı parçalıyor. Hayvan komşularım “kaçın kaçın” diye feryat ediyor, ne yapsam ne etsem aklımı kaybetmek üzereyim. Evimi terk etmek istemiyorum. Kovuğum bu güne kadar beni her türlü tehlikeden korudu, bu alevlerden de korur mu? Son cesaret başımı tekrar dışarı uzattım, karşıdaki dalında keyifle kozalak topladığım dev çam ağacı acıyla devrildi. Kovuğumu terk etme zamanı geldiğini anladım. Tanrım ne tarafa kaçsam hangi ağaca tırmansam, hiç kimseden yardım alamıyorum. Üzerimden ne tarafa gittiklerini bilmeden çılgınlar gibi kuşlar uçuyor. Yönünü şaşıranlar alevlerde “bir avuç küle” dönüşüyorlar.”Lütfen yardım edin! Lütfen yardım edin!” Ayağım takılıp düşüyorum. Hızla toparlanırken komşum yaşlı kaplumbağa çaresizlik içinde bana bakıyor. “Kaç kurtul beni düşünme, buraya kadarmış” diyor. Çaresizim. Uzun kulak tavşan korkudan bir çalı dibine saklanmış bağırıyorum “çık oradan kaçalım” duymuyor, korkudan aklını kaybetmiş, çaresizce ve nereye olduğunu bilmeden koşuyorum. Uzaktan geyiklerin böğürtüleri, kurtların ulumaları, tilkilerin çığlıkları, dağ keçilerinin melemeleri duyuluyor. Dünya yanıyor, yurdum yanıyor, evimiz yanıyor. Ben yaşıyor muyum bilmiyorum. Yürüyorum alevlerin üstünde, bedenimi hissetmiyorum, derin uykuya dalıyorum. Sivas'ın alevlerinde semah dönenler çağırıyor beni. “Şu kanlı zalimin ettiği işler.. Bedeninde değil ruhumda sızı…”
Benim vatanım dediğim bu ormanlar, bu toprağın sahibi insanlarmış. Her şeyi mülkiyetlerine geçirmişler. Bütün canlıların üzerinde yaşadığı toprak için birbirleriyle kavga edip öldürürlermiş. Birbirlerini öldürenler için bizim yaşamımızın değeri var mıdır ki? Hey insanlar! Bizi ve yaşam alanlarımızı yok ederseniz siz hayatta kalabilir misiniz?
Ben bir küçük sincaptım. Siz büyüktünüz, dünyaya çöktünüz, dev şehirler kurdunuz, mabetler yaptınız, yürüyen, uçan makineleriniz, kudretli başkanlarınız, akıllı aydınlarınız, silahlı ordularınız varmış, din adamlarınız, tanrının indirdiğine inandığınız kitaplarınız varmış.. Beni öldürdünüz, evimi ağacımı yaktınız. Ben bir küçük sincaptım. Ateşlerde kavruldum. Beni öldürtünüz ey insanlar mutlu musunuz?
Bir elinde terazi, bir elinde kılıç tutan, gözleri bağlı adalet meleğiniz varmış, suçluyu suçsuzu ayırır adalet dağıtırmış. Bendeniz bir küçük Dik Kuyruk Sincap için, Uzun Kulak Tavşan için, Yaşlı kaplumbağa için, bir avuç küle dönüşen Tahtalı Güvercin için, alevler içinde acıyla inleyerek devrilen ağaçlar için de bir adaletiniz var mıdır? Yoksa anneleriniz sizi artık kötülük için mi doğuruyor. Umarım sonunuz bizim ki gibi olmaz.
Manavgatlı Dik Kuyruk Sincap
Ölüm Tarihi: 04.08..2021 Saat 03:00

YORUM YAP