Ali Gülcü

İncisi mi oldu Horozun


Tahta iskelenin ucuna oturmuş, ay ışığının laciverdinde, bir karış suda kumu didikleyen balıkları izliyorum.
Serin!
Bir tonum!
İçim geçiyor…

Sanki aradan saatler geçmiş, yemeği ocakta unuttuğum aklıma gelmiş, randevuma geç kalmış gibi, irkiliyorum.
Rüyamda, dar bir patikada ayaklarım çıplak yürüyordum oysa…
Nereye gidiyorsam artık?

Balıkçı kahvesinde alıyorum soluğu, çay yeni demlenmiş…
Çoktan emekli olmaları gerekirken sanki üniversitede çocuk okutuyormuş gibi iş görmeye çalışan, bir zamanlar yeşilken griye dönmüş, sineleri sigara yanığı masa örtülerinin uçları yerleri süpürüyor.
Yorgun, miskin birkaç kedi ve çöpleri karıştıran mutsuz sokak köpekleri…
Geceyi dışarıda geçirdikleri için nemlenmiş dünün gazetelerini karıştırıyorum bir süre…
Hep aynı şeyler, karagöz!

Ne rahat geliyor o süngeri çıkmış iskemle…
Bir çay daha söylüyor bir sigara daha yakıyorum, dumanı yele…

Arabadan bilgisayarı alıp bir şeyler yazayım istiyor, üşeniyorum.
Sabahın köründe deli gibi!
Yıllar önce ölmüşlere üzülür mü insan?

Hem, tanımadıklarına!
İnsan bu, üzülür tabi ya…
Filmde izler, üzülür.
Rüzgâr; Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’yu savurdu aklıma…
Şairmiş bunlar!
Kelebeğin Rüyası’nı izlemesem, ikisinden de haberim olmayacak, bu çocuklar kimmiş demeyeceğim…
İkisi de veremden ölmüş, biri yirmi dört diğeri yirmi iki yaşında…
Ne yapıyordum o dönemlerde ben?

Selim İleri Mel’un da yazmış lakin dillendirmeyeyim şimdi, bugünlerde neden kimse veremden ölmüyor?
Aşıdan mı? Yoksa ince durumlar kolaylaştı mı?
Sorduğum soruya bak, sanki cevabını bilmiyormuş gibi.
Peh!

Yeşil bir çay bahçesinin kuytusunda, bahçenin sahibi altmış beş yaşında, kuyruğu dik bir adamla oturuyor, iş konuşuyoruz…
Nasıl oldu, laf oraya nasıl geldi bilmem!
" Senin kızın gençlerle konuşuyor!” diyorlar diye kükredi, şaşırdım.
Yüksek sesle devam etti: " Benim kızım gençlerle konuşur tabi…” beni işaret ederek " Sen gibilerle ne işi var?”
Masada dört kişiyiz, örnek niye benim, anlamadım ki?
Hepsinden genç gösteriyorum üstelik!
Doğru söylüyorsun, haklısın der gibi; öne doğru salladım kafamı, içimden de inşallah kızın( ben gibi) bir adama gönlünü kaptırır diye geçirdim, ne yapayım?
Bakış açısı da hoşuma gitti.
Her şey zamanında güzel, yakışıyorken…(!)

Eskisi gibi düşünmüyor mu, kimse kimseyi?
" Sevebilme ihtimaline” servetini yatıran, zar atan, kalmadı mı artık?
" Platonik dikenlerin” yerini arsız telefon mesajları mı aldı?
Ayak tabanları kalınlaştığı için mi, kanatmıyor çakıl taşları?

"Milyon kere Ayten”, değer mi kaybetti, zaman karşısında?
İncisi mi oldu, horozun?
Baharda yeşiller umursamıyor mu Firuze’yi?
El gibi mi olduk yahu?
Elin gibi mi olduk?

YORUM YAP