Ali Gülcü

Deniz Kabuğu ile konuşmalar

Sabahın erken saatleri olmasına rağmen hava çok sıcak. Bahçesinde meyve ağaçları olan denize yakın bir otelde kalıyoruz. Erol ağabeyin söylediğine göre kekik olmazmış adada, kokusu rüzgarla Yunan adalarından gelirmiş, mis gibi kekik kokuyor.
Sözde sabah kalkar kalkmaz suya atacaktım kendimi fakat su kırbaç gibi, ayaklarımı sokmamla geri kaçmam bir oluyor. Şezlonglardan birine sırt üstü uzanıyorum. Uzun, yaşanmamış ve planlanmamış bir gün var önümde.
Böyle zamanlarda ille de olumsuz düşünceler üşüşür insanın aklına, anın keyfini çıkarsak ya, yok.
Aslında iyi biri diye başlayan cümleler kurmuyorum uzun zamandır.
Birinin aslını bilmek mümkün mü?
Herkes olduğu gibi işte. Ne görüyorsan o ne hissettiriyorsa o.
Neme lazım diyerek geçmek lazım. Derviş hikayesinde olduğu gibi; kabağın da sahibi var!
“Öyle değil mi diyorum” deniz kabuğuna. Gülüyor.
Deniz kabuğunun benimle sohbet etmek istemediğine kanaat getirince taş sokaklarda kaybolmak arzusuyla adaya iniyorum.
Aman ne çok kedi var. Bir kedi yüzünden hepsini sorumlu tutmak istemem ama kedilerle aramız yok bu ara. Geçenlerde sahilde oltaları atmış balık tutuyorum. Bir tanesi geldi dik dik bakmaya başladı, yanımdaki arkadaş biliyormuş kediyi, “iki tane yavrusu var” dedi. Yem olarak kullandığımız sardalyeler var, verdim. Yarım kiloyu yedi bana mısın demedi mübarek. Balıklar bitince gitti.
Akşam meyhaneye oturdum geldi bu. Ruh halinin değişik olduğunu anladım ona göre pozisyon alıyorum. Benimle göz göze gelmeye çalışmalar, bacaklara sürtünmeler, vahşi yalanmalar, mırıldanmalar.
Verecek bir şey de yok masada, salata var, beyaz peynir var, iki tane de mücver var.
Meyhanenin sahibine insan gibi “al bu kediyi saldıracak bana” dedim.
Cevap; “Olmaz bişey beya!”
Tedirginliğim artınca mecburiyetten mücverin birini attım, yalayıp yutmasın mı?
Arkadaş mücver yiyen kedi mi olur?
Bıyıklarını temizleyip gözlerini belertmeye başlayınca kurtulurum diye ikinci mücverle de vedalaştım. Çok geçmeden üzerime atlamasın mı? Ben de kendimi kollayacağım diye elimi duvara çarpmayayım mı? Parmak sen yarıl, ertesi gün iltihap topla!
Hani bir ağaç kesersen tüm ağaçlar seni bilirmiş ya.
Adanın tüm kedileri beni kolluyormuş gibi geliyor, arada güvenlik mesafesi bırakarak yanlarından öyle geçiyorum.
“ Şişt baksana sen bana!”
Dalmışım.
Seksenli yaşlarda bir teyze seslenen. Çiçekli basma entarisi, ayağında terlikleri eski bir Rum evinin kapısında duruyor. Henüz isminin Aynur olduğunu bilmiyorum.
“Sen mi kopardın bu çiçekleri?”
Yerde gerçekten renkleri solmaya başlamış caanım borazan çiçekleri var.
Duymazdan gelip yürüyüp gitsem mi?
Arkama bakmadan koşmaya mı başlasam?
‘O da biliyor çiçekleri benim ellemediğimi' diye geçiriyorum içimden.
Sabahın köründe başıma gelene bak.
“Hep bu tatilcilerin işleri, gece yarılarına kadar uyumuyorlar, çiçekleri de koparıyorlar…”
Tatilcileri mi savunsam teyzeden yana mı olsam?
“Çocuklardır.”
“E yok mu bu çocukların anneleri, babaları? İstanbullu musun sen?”
“Trakyalıyım teyze.”
“İstanbullu olsaydın benim damadı tanırdın, Galatasaray'da futbolcuydu.”
“Kim?”
İsmi söyleyince gülüyorum.
“Onu kim tanımaz, demek kayınvalidesisiniz?”
Cevap vermek yerine konuyu değiştirmeyi tercih ediyor.
“İki tane incir ağacı vardı burada, kestiler… Ne iş yapıyorsun sen?”
“Yazı falan yazıyorum.”
“Kocam kaptandı benim de altmış sene önce gelin geldim adaya…”
Ayaklarını sürüye sürüye eski Rum evinden içeriye giriyor, girerken de bana bekle işareti yapıyor. Çok geçmeden de yaşlı, titreyen elleriyle tuttuğu dergiyi uzatıyor.
Kaptanın hayat hikayesini anlatmışlar, hızlı hızlı okurken eşine on yedi yıl baktığını anlıyorum.
“Tesadüf Tanrı'nın kimliğini gizleme yöntemidir” denir ya. Kimse kimsenin karşısına boşuna çıkmıyor. Başka bir öyküde adaya gelin gelen genç bir kızın hikayesini yazarım belki, kim bilir?
Uzun bir sohbetin ardından elini öpüp ayrılıyorum yanından.
Sabah erken kalkmayabilirdim, bu sokağa girmeyebilirdim…
Hayat.
Çınar ağacının gölgesine oturarak kahvemi içerken geleni geçeni izleyeceğim birazdan.
Bir kolunu sallayarak hızlı hızlı yürüyenler için asabi, ayaklarını sürüyenlere amaçsız, yüzlerini yerden kaldırmayanlara içine kapanık, on adımda bir arkasına bakanlara şüpheci yazacağım not defterime, uzun, devrik cümleler kuracak, mesleklerini, nasıl bir hayatları olduğunu tahmin etmeye çalışacağım.
“Aylak adam işleri değil mi deniz kabuğu?”

YORUM YAP