Ali Gülcü

Her zaman böyle miydi?

Bazen anılarınızı sakladığınız saçak altında da yağmur yağmaya başlar.

İçiniz bulutlanır, sizden başka kimsenin görmediği ve hissetmediği şimşekler çakmaya başlar.

Yıldırımlar düşer hatıralarınızın en gizli yerlerine…ve bu durum o kadar sıklaşır ki.

Uzaklaşmalar bundandır belki de?

Dinlemeye, anlamaya zamanı olmayan insanların söyledikleri gelir kulağınıza.

En masumu “değişti” der. “Eskisi gibi değil.”

Kimse bilmez bir başkasının içinde ne büyüttüğünü veya hangi yarayı tedavi etmeye çalıştığını.

Akşamüzeri Edirne'de tenha bir lokantada bahçenin köşesine atılmış masada oturuyorum… Sertap Erener söylüyor Yalnızlık Senfonisi.

Melodiyi biliyorum fakat sözlerine dikkat etmemişim daha önce, zamanı gelmemiş besbelli. Halbuki ne çok çalardık radyoda.

“Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte.”

“Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette.”

Sanki gizli bir mesaj varmış gibi kulaklıklarımı takıyor tekrar tekrar dinliyorum şarkıyı.

Kulaklıklar ne kadar mühim! Toplum içinde kaybolmanın en kestirme yolu, başka dünyalara açılan pencere, sonra kim bilecek sizin ne dinlediğinizi, dinlediğinizin ne düşündürdüğünü.

Fakat çok da tehlikeli!

Yan masada uzun beyaz saçlı, sakallı yüksek sesle konuşan bir adam var. Mesleğinin ne olabileceğine kafa patlatıyorum bir süre, çok geçmeden boş işlere kafa patlattığım için kendime kızıyorum.

“Sıradanlık iyidir” diyor karşısında oturan kadına.

Kadın parmaklarını birleştirmiş tüm ciddiyetiyle konuşmayı takip edermiş gibi görünüyor.

“Dün ve bugün neredeyse aynıysa kıymetini bilmek lazım. Yarın da aynı olacaksa tadından yenmez.”

‘Tuzun kuruysa tabi' diye geçiriyorum içimden.

Gündüz başka bir yerde geceleri de burada çalışıyor garsonlar.

“Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani” diye mırıldanıyor Can Yücel.

“Sırf yeme, içme ve barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.”

İsteyerek değil sırf zorunluluktan yirmi dört saatte kaç farklı karaktere bürünebilir insan?

Mevcut şartlarda kaç dakikayı kendine ayırır? Ne zaman yatar? Sabah kaçta kalkar? Çocukluk hayalleri duruyor mudur yerli yerinde?

Hayat nedir diye sorsam şimdi bu arkadaşlara…

Hayat ne değildir diye sorsam şimdi bu arkadaşlara…

“Yarın da aynı olacaksa tadından yenmez” meselesini yatırsak masaya, bir geceliğine sakallı garson olsa, garsonlar da müşteri.

Zamanında bir köyde eski muhtarın açtığı dere kenarındaki meyhaneye giderdim. Yaşlı bir korucu gelir gecenin sonunda rakı bardağını kırar kalkar giderdi. Eski muhtar hiç ses etmez cam parçalarını süpürürdü. Nedenini sorunca anlattılar; zamanında korucuya çok çektirmiş eski muhtar.

Yapan yaptığını bilir velhasıl.

Haksızlığa uğrayan da canını yakanı.

Sertap Erener söylemeye devam ediyor.

“Anladım sonu yok yalnızlığın. Her gün çoğalacak.”

“Her zaman böyle miydi bilmiyorum.”

Tercih edilmiş yalnızlığın ilk adımı; dünyanın yavaşlamaya başladığı, tüm seslerin kaybolduğu, çok sevilen birinin kaybedildiği veya büyük haksızlıklara uğradığımızı düşündüğümüz zamanlarda kendi iç sesimizin fısıltılarını dinlemeye başlamak sanki. Bir süre sonra da fısıltılara karşılık vermek.

‘Kendi kendiyle konuşuyor' denir ya kim bilebilir kimin kiminle konuştuğunu?

Şişelerle konuşanlar?

Sokak köpekleriyle konuşanlar?

Evde besledikleri kedileriyle, kuşlarıyla konuşanlar?

Sabahları çiçekleriyle sohbet edenler?

Bulaşık yıkarken, temizlik yaparken yüksek sesle şarkı söyleyenler?

Çok konuşurken birdenbire susanlar mesela.

Rüzgarın yönü değişince kimi öyküler de değişiyor.

Öyküler değişince kahramanlara bir şeyler oluveriyor işte.

Ve bilmiyoruz en yakınımızda olanların bile içinde ne büyüttüğünü veya hangi yarayı tedavi etmeye çalıştığını…

Yarın dünle aynı bir gün olmasın fakat hiç yaşamadığımız kadar güzel bir gün olsun.

 

 

YORUM YAP