Merhabalar, ben Efe Yıldızaydın. İstanbul Beykent Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümü'nde 3. sınıf öğrencisiyim.
15-16 yaşlarımdan beri siyasetin içinde, Cumhuriyet Halk Partisi'nin saflarında aktif olarak yer alıyorum.
Bugün Hürhaber ailesinde yayımlanacak ilk köşe yazımla karşınızdayım.
İlk yazımda doğduğum, büyüdüğüm ve hâlâ yaşadığım yer olan Silivri'den söz etmek isterdim. Ama ne yazık ki bugünlerde bu güzel ilçe, sadece deniziyle, sahiliyle, yoğurduyla anılmıyor.
Çünkü artık Silivri'nin cezaevi gibi bir gerçeği var.
Başlığı okuduktan sonra kim bu ağır misafirler diye sorumuşsunuzdur?
Bu ağır misafirler, Marmara Cezaevi'nin duvarlarının ardında siyasi nedenlerle tutulan siyasiler.
Başta Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, ardından Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Şile Belediye Başkanı Özgür Kabadayı, Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Bayrampaşa Belediye Başkanı Hasan Mutlu, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık ve Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün…
Her biri bu milletin oylarıyla seçilmiş, kendi kentlerinde emek veren, halkı için çalışan insanlar.
Bugün hepsi siyasi gerekçelerle cezaevindeler.
Yani aslında içeride olan onlar değil, milletin iradesi.
Biraz geçmişe dönelim… Bir yıl öncesine gidelim.
30 Ekim 2024 sabahı, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer evine yapılan bir şafak operasyonuyla gözaltına alındı ve tutuklandı.
13 Ocak 2025'te Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, 23 Şubat'ta Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, 19 Mart'ta ise Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık…
Ve sonra domino taşı gibi devam etti her şey:
Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Adana Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, Adana Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Şile Belediye Başkanı Özgür Kabadayı, Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, Bayrampaşa Belediye Başkanı Hasan Mutlu derken…
Hepsi aynı senaryoyla: sabaha karşı şafak operasyonu, dosyada gizlilik kararı, ardından tutuklama.
Ama ne tesadüftür ki her dosyada gizlilik kararı olmasına rağmen, yandaş basın televizyon kanallarında ve gazetelerde gözaltı gününde bile “4 gün sonra tutuklama kararı verilecek” diye manşet atıyordu.
Daha karar bile verilmeden sonucu bilen bir yapı vardı karşımızda. Yani ortada adalet değil, ezberlenmiş bir oyun senaryosu vardı.
Bu sözleri duyunca insan düşünüyor:
Ortada bir suç mu var, yoksa önceden hazırlanmış bir siyasi hesaplaşma mı?
Yargı gerçekten bağımsız olsaydı, mahkeme kararını siyasetçiler bizden önce duymazdı, değil mi? Diye sorarlar insana.
Bugün bu ülkede bazıları için adalet bir kılıç, bazıları içinse bir süs eşyası haline geldi. Ama biz biliyoruz ki adaletin terazisi bir gün yeniden dengelenecek.
Yargılanmasınlar demiyoruz…
Kimse demiyor ki “siyasetçiler yargılanmasın.” Elbette herkes gibi onlar da hesap verebilir.
Ama mesele bu değil.
Mesele, şeffaf ve adil bir yargı süreci yürütülüp yürütülmediği.
Bugün ortada bir yargılama değil, bir cezalandırma politikası var.
İçeride haksız yere tutuklu bulunan tüm belediye başkanlarımızın tek suçu 31 Mart 2024'te yapılan yerel seçimlerde illerinde veya ilçelerinde AKP'yi açık ara farklı yenmeleriydi.
Bu ülkede yargı kararlarının vicdanla, hukukla değil, talimatla verildiğini gören herkesin içi sızlıyor.
Bir ülkede adalet kalmazsa, orada ekonomi de düzelmez, huzur da olmaz. Adalet sadece mahkeme salonunda aranmaz; her vatandaşın yüreğinde yaşar.
Silivri'ye gölge olmuş yaklaşık yirmi yıldır Silivri'nin en büyük yapısı o dev beton yığını: Marmara Cezaevi.
Ne yazık ki bu yapı, ilçemize ekonomik ya da kültürel bir katkı sunmadı. Tam tersine, Silivri'nin adını hep “tutsaklıkla” anılır hale getirdi.
Oysa ben başka bir Silivri hayal ediyorum.
Bir gün o beton duvarlar yıkılacak, o alan bir bilim yuvasına, bir üniversiteye, bir umut merkezine dönüşecek.
Gençlerin üretim yaptığı, çocukların gülüştüğü, halkın özgürce dolaştığı bir Silivri hayal ediyorum.
Artık karanlıkla değil, ışığıyla anılan, değerleriyle anılan bir ilçe…
Ve bugün orada tutulan o ağır misafirler, yarın bu ülkenin yeniden ayağa kalkmasında en büyük rolü oynayacak.
Çünkü tarih bize hep gösterdi:
Zulüm hiçbir zaman sonsuza kadar sürmedi.
Birileri haksız yere susturulsa da, halkın sesi bir yerden sonra o duvarları yıkmayı başardı.
Evet, yazıyı kaleme alırken tek dileğim, milletin iradesinin bir daha gasp edilmemesi, adaletin yeniden tesis edilmesi.
Bu noktada çok değerli bir avukat, sevgi ve saygıyla andığım değerli ağabeyim Avukat Kerem Donat, bir savunmasında şöyle demişti:
“Karanlıkta, kara kedi arıyoruz.”
Bazen gerçekten de durum tam olarak budur. Karanlık büyüdükçe, gerçeği görmek zorlaşır. Ama birileri ışığı yakmaya devam ettiği sürece, adaletin yolu mutlaka
bulunur.Silivri'nin rüzgârı hâlâ sert esiyor.
Ama ben inanıyorum, bir gün bu rüzgâr adaletin nefesine dönüşecek. O gün geldiğinde Silivri yeniden umutla, özgürlükle, adaletle anılacak. Herkese saygılarımla,
Efe Yıldızaydın
Silivri'den, ağır misafirlerin gölgesinden selamlar…






