Hasan Baki Çifçi

Sen Çanta’da yaşamıyorsun, çimentodan sana ne?

Geçenlerde biri bana şöyle sordu: “Baki Arkadaş, siz Çanta'da oturmuyorsunuz, neden bu çimento fabrikasına karşı çıkıyorsunuz? Yazılar yazıyor, toplantılara katılıyor, sorularla birtakım çevrelerin canını sıkıyorsunuz?”
Bu soru, bana göre, kendi kabuğunda yaşayanlar acısından doğru bir soru. Çanta'yı, Değirmenköy'ü Gümüşyaka'yı v.s. Varsa bir tehdit, tehlike çimento zararlarıyla doğrudan etkilenecekler baksın. Onlar sessiz otururken, bana ne oluyor ki? Devletin bakanlığından, belediyesine, sırasıyla siyasi iddiası olanlar ya doğrudan ya da sessizlikleriyle onaylıyorlarsa bize ne oluyor ki?
Öte yandan bu soru, “Acı hissediyorsan canlı, ötekinin acısını paylaşıyorsan insansın” sözünden referansla sorulmuş en kötü sorudur. Çünkü doğa ve hak mücadelesi, yalnız yaşadığın sokağın değil, üzerinde yaşadığın ülkenin ve dünyanın meselesidir. Bir ağacı korumak için o ağacın gölgesinde yaşaman gerekmez. Bir suyun kirlenmesine “dur” demek için o suyu her gün içmek zorunda değilsin. Doğayı savunmak, insan olmanın en yalın, en onurlu biçimidir. Çünkü “Tabiat Ana” yaşamın kendisidir. Bombalarla dünyanın herhangi bir yerinde parçalanmış bir çocuğun bedeni için ağlamak ve çıkıp meydana o çocukların kıyım ve katliama uğramasına karşı çıkmak için Filistinli, latin, Arap, Kürt, Türk, Ukraynalı, Rus olmak gerekmez! Karıncanın hakkı ne olacak? Sorusuna cevap arıyor musun? Mesele bu.
Benim duruşumun nedeni budur. Ben bir çevre ve hak savunucusuyum; çünkü doğa, yalnızca bitkilerin ve hayvanların değil, adaletin de nefes aldığı yerdir. Hava kirlenirse, adalet de boğulur. Toprak kirlenirse, vicdan da zehirlenir. Su kirlenirse, insanın kalbi kurur.
Silivri'nin Çanta'sında yapılmak istenen o çimento fabrikası, sadece bir sanayi yatırımı değildir. Kendisiyle birlikte bir zihniyeti de getirir: Bir avuç çıkar gruplarının her şeyi “kâr” ölçüsüyle değerlendiren, yaşamı betonla, siyanürle, kimyasallarla eşitleyen, havayı, suyu, toprağı “maliyet kalemi” gibi gören o zihniyeti; özel sektör yatırımı, istihdam, gelişme adıyla süsleyip, çıkar gruplarının bağış, komisyon, hizmet adı altında pazarladıkları talanlarına üç maymunu mu oynayacağız?
Oysa ben bu ülkenin herkes gibi bir yurttaşıyım. Yurttaşlık, anayasal bir hukuk sisteminin bağlarıyla birlik ve dirlik içinde yaşamanın garantisidir. Anayasa der ki: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” Bu, yalnızca hukuki bir madde değil, insan olmanın teminatıdır. Benim “Çimentoya Hayır”ım da tam buradan gelir. Çünkü çevre hakkı, aynı zamanda yaşam hakkıdır; yaşam hakkı da, insan onurunun ta kendisidir.
Bana “Siz orada yaşamıyorsunuz” diyenlere şunu söylemek isterim: Ben bu ülkede nefes alıyorum. Bu ülkenin rüzgârı yüzüme çarpıyor, bu ülkenin yağmuru tenime düşüyor. Ben bu toprağın suyunu içiyor, bu gökyüzünün altında yaşıyorum. O yüzden uzağında değilim; tam içindeyim. Çanta'da yapılacak bir fabrikanın dumanı, sadece Çanta'nın değil, zengin fakir ayırmadan bütün bir ülkenin havasını suyunu, toprağını kirletenlerin uzantısıdır.
Bir yeri zehirleyen zihniyet, er ya da geç her yere bulaşır. Ve ben buna karşı çıkarken yalnız o bölgeyi değil, ülkemi, çocuklarımızın geleceğini, insanlığın onurunu savunuyorum. Tamda bu sebeple, kapitalizm ve emperyalist yağmacılığa karşı ülkesini savunan bir “yurtseverim.” Bu ülkeyi savunmak sadece dua okuyup, bayrak sallamak, “ölürüm Türkiyem” ya da onuncu yıl marşıyla coşmak değildir.
Benim için bu mesele kişisel değil, vicdanidir, ahlakidir, hak hukuk ve adalet konusudur. Çünkü sermaye, destek aldığı iktidar gücüyle doğayı kazıdıkça, bizim sessizliğimiz o kazmanın yıkımı, sadece bugün yaşayanlara değil, gelecek kuşaklara kendilerine ait olmayan çorak topraklar kalacak. Kazdağılarında, Akbelen'de, Fatsa'da, Anadolu'nun dağına, taşına, ırmağına, gölüne denizine binlerce yabancı yerli sermaye gruplarına verilen ruhsatlardan biliyoruz. Şimdi de Çanta'da aynı şey oluyor: Ormanların, tarım arazilerinin yerine beton, suların yerine kâr geçiyor.
Başkaları ne yapar o onların sorunu. Ama ben susarsam, o sessizlik bütün ülkeyi yutar. Ve ben çocuklarıma bırakacağım en kötü mirasın bu sessizlik olacağını biliyorum. O yüzden hayır diyorum. Çünkü doğaya sahip çıkmak, ülkesine sahip çıkmaktır. Çimento tozuna karşı durmak, sadece ekolojiyi değil, adaleti, barışı, yaşamın onurunu savunmaktır. Ben bu nedenle karşıyım. Ve bu nedenle, bir yurtsever, bir demokrat ve emeğin iktidarını savunan bir sosyalist olarak, yanımda yöremde olup bitenlere sessiz kalmak beni suç ortağı yapar. Ben, doğaya ve yaşam hakkına karşı suç ortağı olmaktansa, eğer bir bedel ödemem gerekiyorsa ödemeye hazırım. Ülkeme ve çocuklarıma bırakacağım en onurlu mirasım bu olacaktır.
Not: 1990'dan beri yazılar yazıyorum. Hiçbir zaman kendimle ilgili böyle bir yazı yazmadım. “Ben” sözcüğünün itici anlamı “bize” karşı yapılmış en kötü zehirdir. Bu kez bütün yurttaş, dost, arkadaş ve yoldaşlarımdan bağışlanmak dilerim.

YORUM YAP