İnsanın hayatı bir yolculuktur.
Ama bu yolculuğun en büyük sınavı,
nereye gidildiğini bilmeden yürümektir.
Yolcunun yönü yoksa, hangi menzile vardığını da anlayamaz.
Önünden nice işaretler geçer, nice kapılar açılır, nice lütuflar iner…
Ama kişi, farkına varamaz.
Çünkü neyi aradığını bilmeyen,
bulduğunda da tanıyamaz.
Herkes bir şey arar.
Kimi huzur der, kimi mutluluk, kimi aşk, kimi güven. Bu isimlerin ardında tek bir öz vardır.
Kalbinin sahibine yönelişi.
Yolda teselli arayan, aslında O'nun merhametini arıyordur.
Sevilmek isteyen, O'nun sevgisinin izini sürüyordur.
Fakat bunu bilmezse, bulduğunda da tanıyamaz.
Bir düşünün gözünün önünden bir hazine geçiyor ama senin zihninde hazine diye tanımladığın şey farklı.
Altın arıyorsun ama önüne elmas konuyor. Elması sıradan bir taş zannedip kenara atıyorsun.
Çünkü hazineyi yanlış tanımladın.
Arayış bulanık, niyet net değil.
İşte bu yüzden, bulsan bile fark etmezsin, yanından geçip gidersin.
Bazen bir söz, bazen bir dostun tebessümü, bazen gece kalbine düşen sessiz bir hatırlatma, bazen de sana sıkıntı gibi görünen bir imtihan…
Hepsi aslında cevaptır.
Ama sorunun ne olduğunu bilmiyorsan cevabı da anlamazsın.
İnsan, neyi aradığını idrak ettiğinde, bulduğu şeyin değerini kavramaya başlar.
O zaman her şey bir işaret olur.
Yolda gördüğü bir çiçekte, gökyüzündeki bir yıldızda, kalbine düşen küçücük bir sezgide aradığını görür.
Çünkü göz, aradığı şeyi görmeye ayarlanmıştır.
Neyi aradığını bilmeyen içinse hayat, dağınık ve rastgele olaylardan ibarettir.
Önünden geçen hazineleri fark etmeden geçer. Hatta bazen bulur da elinden kayıp gider, çünkü kıymetini bilmez.
Önce insan kendi kalbine dönüp sormalı.
“Ben gerçekten neyi arıyorum?”
Bu soruya verdiğimiz dürüst bir cevap, yolu aydınlatır.
Çünkü aradığını bilen, bulduğunda tanır. Ama aradığını bilmeyen, bulduğunda anlamaz; yanından geçip gider, sonra da “hiç bulamadım” sanır.
Bulanlardan olmak niyeti ve duasıyla…