Ali Gülcü

Karanlık siyah

“Ağabey sana bir fotoğraf göndereceğim hikayesini yazar mısın?” diye mesaj atmış Barış.

Karanlık bu, yazdım.

“Sen karanlık dersin ben siyah.” Cevabı geldi.

Siyah ve karanlık arasındaki farkı sonra da benzerliği düşündüm bir süre. Gecenin geç saatiydi yarın iş vardı. Yattım, uyumadan önce de unuttum Barış'ın yazdıklarını. Deniz kenarında bir çadırda olduğumu düşlemek varken, arkası orman hem. Gecenin, karşımızdaki sitenin bacasını mesken bellemiş baykuşun ve cümle sokak köpeklerinin sesini dinlerken ve çadırda değil de yatağımda olduğumun bilinciyle uyudum…sonra yağmur başladı.

Tüm hikayelerde yağmur başlar!

Gökyüzünün rengi yazarın ruh haline göre değişir. Yazar mutluysa mavi yazar ve güneş vardır. Mutsuzsa gri. Yazarın keyfi yerindeyse bahar sabahına uyanır, ağzının tadı yoksa soğuk kasvetli bir güne.

Yazarın içi kıpır kıpırsa, kırlangıcı, leyleği, papatyaları ve gelincikleri anlatır uzun uzun. Öyle bir anlatır ki şimdi orada olmak vardı dersiniz. Ne şanslı adam, bütün hayatı doğanın içerisinde geçiyor ve ne kadar farkında her şeyin!

Yazarın vücudu dört duvar arasındadır oysa.

Canı sıkkınsa, sıradan bir gündü der, geçer. 

Günlerin çoğu da sıradandır zaten, birbirine benzeyen yirmi dört saatler eklene eklene ömür olur.

Karanlık saklar, olan olmayan ne varsa üzerini örter.

Siyah zayıf gösterir, kandırır! İyiler de siyah giyer, kötüler de.

Boşluk ne renk Barış?

Sevdiği ve kaybettiği birini hatırlayınca insanın aklına hangi renk gelir?

Cenazelerde niye siyah giyer insanlar?

Kızılderililere sor bakalım, beyaz sanıldığı kadar masum mudur?

Yorgun görünen insan iyidir!

Hele saçı başı dağınıksa, kılık kıyafetine o kadar önem vermiyorsa, titizlenmiyorsa, ah bir de gülüyorsa.

Yorgun insan elinden geleni, işini yapar çünkü.

O yüzden doktorun iyisi yorgun görünür!

Emekçinin de…

Yağmur diner, toprak kokusu buram buram. Kasaba sisli, sokaklar ıslaktır.

Su birikintilerine basmasın diye dans eder gibi yürür biri.

Biri ayakkabılarını çıkarır su birikintilerinin ortasından yürür.

Biri çamur sıçratan arabaya söver, öteki kahkaha atar.

Araba da çamur sıçratır, insan da.

İzinin kalıp kalmayacağı sana bağlıdır…güler misin, söver misin?

Sevebilir misin sahi?

Tanımadığın biri için ağlayabilir misin?

Balık ağı temizlemek gibidir hayat ve spotlar iyileri değil, yabancıları aydınlatır.

O yüzden tüm hikayeler, “şehre bir yabancı geldi diye başlar!”

Yabancı merak edilir çünkü ve cahildir.

Güzel kızlar yabancılarla evlenir…yakışıklı adamlar da.

Anladığınla, bildiğinle kalırsın!

Olması gereken oluyor, yaşanması gereken yaşanıyordur.

Sen bir köşede kendini yenmeye çalışırken, tesadüf etmesi gereken tesadüf etmiştir.

Bazen aradığına dönüşürsün.

Bazen aradığın da seni arıyordur.

Bazen gidersin…

Gitmek isteyip de demir alamayanlar fazla olduğu için tüm hikayeler;

“Her şeyi ve herkesi geride bırakıp yola çıktım” diye başlar.

Kaldıysan hiç moralini bozma, gidebilen kimseye tesadüf etmedim şimdiye kadar.

Yolda olduklarını sanıyorlardı o başka!

“Her yol başladığı yere döner.”

Barış; siyah, karanlık ve boşluktan çok kırmızıyı severim. Beş lira fazla olsun, kırmızı olsun.

YORUM YAP