Sevginar Sali

ÖZ-GÜRLÜK...

Her şey daha basit, kolay, rahatlatıcı olabilir hayatımızda… Çok şey gerçekten bizim seçimlerimizle ilgili… Dikkatli okuyucularım hatırlar… Hani bir arkadaşımın doğum gününü kutlamak, bir diğerine okuduğum kitabı hediye etme niyetimden söz etmiştim… Doğum günü kutlamasını gerçekleştirdik sevgili Ceylan'la… Okuduğum kitabı bir türlü bitiremediğim için dün artık aynısından bir tane daha alarak hediye etmek istediğim kişiye gönderdim. Akşam saatlerinde ne oldu biliyor musunuz? Bir başkası bana uzuuuuuun zamandır söz verdiği kitaplardan bir set hediye etti : )) ‘Evrene ne gönderirseniz size aynısı döner' tezinin canlı kanıtıyım; yemin ederim… Hem ben bir kitap gönderdim bana 4 tane geldi : ))
İyiliğin, nezaketin açamayacağı kapı yok! Bunlara rağmen açılmıyorsa; zaten kapalı kalması gerektiği içindir… Başka bir yöne çevirin kendinizi…
‘Olanların, olması gerekenler olduğu' inanışına teslim olmayı öğrenin acayip rahatlatan bir şey. Elinizden geleni yaptıktan sonra akışına bırakın… Zaten bir şey olacaksa, kendinizi de paralasanız mani olmanız çok mümkün değil… Çoğu zaman zaten başımıza ne geleceğini iyi veya kötü bilmiyoruz da… Haaa sağımıza solumuza bakmadan hızlı akan bir yolda karşıdan karşıya geçmeye kalkarsak yüksek ihtimal bir aracın altına kalırız yani başımıza ne geleceğini biliriz… Şansımız varsa sürücü bizi hastaneye kaldırır, yoksa kazadan önce daha hızlı bir seyirle olay mahallinden uzaklaşır.
Bugünü özel bir zaman dilimi olarak seçin; sahip olduğunuz her şey için şükretmeniz gerektiği, henüz veya hiçbir zaman sizin veya sizinle olamayacak olanları dert etmeyi bırakmanız gerektiği konusunda kendinizle uzlaşın. Mutluluk ve mutsuzluk aslında bir odaklanma meselesi. Sahip olduklarınıza bakarsanız mutlu olursunuz, olmadıklarınızı düşünerek mutsuzluğa kapılırsınız. Bir daha kimsenin size geri vermeyeceği zaman dilimi olan hayatı nasıl yaşamak istediğiniz elinizde…
Bahaneler, başkaları ve başaramadıklarınızı hayatınızın en az kullanılanlar bölümüne kaldırın ve başka da bir yere uzunca süre taşımayı düşünmeyin…
Kafayı yiyip yemediğimi düşünürken alttaki yazıyı buldum; Yeni Yaşam Okulu sayfasında… Çok şükür henüz delirmemişim, hatta doğru yolu bulma konusunda mesafe bile kat etmişim : ) E, o kadar tepe taklak gelmelerin bir yararı olsun ama değil mi : ))

DÜŞÜNCE BAĞIMLILIĞINDAN ÖZGÜRLEŞ
Canını sıkan her ne ise; onu düşünmeyi bırak. Bırakışını kolaylaştırmak için; sana keyif veren bir başka uğraş bul ve bununla yeni bir oyun kur. Tıpkı neşeli bir çocuk gibi… Böylelikle canını sıkan şeyin, seni masumiyetinden uzaklaştırmasına izin vermemiş olursun… Zira düşündükçe, onun içinde kaybolursun. Bir girdap gibi, seni içine çekmesine izin vererek…
O harika çıkarımlarını yapmaya başlaman, ne yazık ki an meselesidir artık. Acımasız varsayımların ve kalıp yargıların, yine bir müddet, tependeki düşünce bulutunda uçuşurlar. Her seferinde, şişine şişine anlatmaktan bıkmadığın prensiplerin, seni o girdaba daha çok çekerler… Bin yıllık değer yargıların, boynuna yular olur, seni boğarlar…
Demem o ki; tam da bu noktada, düşüncelerine hapsolmaktasın. Şu an bunu fark et ve düşünce bağımlılığından vazgeç. Bunun bir bağımlılık olduğunu önce kabul et ve sonra da tedavi et. Değer yargılarından, iyi-kötü, haklı-haksız çıkarımlarından da geç… İşte böyle anlarda, oyunundan sıkılan her çocuğun yaptığı gibi, sadece oyunu değiştir.
Zihnini meşgul eden konu/olay/kişi hakkında veya kendin hakkında hüküm verme. Yorum yapma. Ön ya da arka; mümkünse herhangi bir yargıya varma… Sadece izle ve geç… Çok da uzun süre izleme, burası çok önemli. Seyre dalma… Çünkü artık o an bitti. Anlamayı dene ve kabul et. Anlamasan da kabul et. Olanın doğruluğunu ya da yanlışlığını kabul et demiyorum. Yanlış ve doğrudan da geç. “Olanın olmuşluğunu” kabul et. An itibariyle yaşanıp bittiğini kabul et. “-Artık yeni bir gerçeklik zamanı” de kendi kendine ve dikkatini başka bir yöne çevir. Ve oradan geç. Çünkü sen geçmezsen, gerçekliğin de değişmez... Sanki bir trendeymişsin gibi. Ama bu kez; geçtiğin yerlerin büyüsüne veya acısına kapılmamışsın gibi…Tren hızla giderken; ya seyrine doyamadığın için, ya da acaba ne kaçırdım diye meraktan, bazen boynun kopar ya hani geriye bakmaktan. İşte öyle yapma. Lütfen geriye bakma. Boynunu boşuna zorlama. “Bu vesileyle, boyun ağrılarının sebebi de, belki şimdi daha anlaşılır olmuştur”… Sadece bak ve geç.
Artık gözünle değil, özünle bak. Özünle baktıkça her şeydeki ve herkesteki özü göreceksin. Özle bakan; ne etkilenir, ne gücenir, ne de öfkelenir. Özle bakan; ne korkar, ne takılır, ne de uzatır. Özle bakan, gittikçe saflaşır. Durulaşır. Durdukça öz'lenir. Her bir deneyimin kattığı tecrübeyle, belki tadı biraz buruklaşır, lakin iç'imi büyüler…Öyle ki; O'nun özlü suyundan bir yudum içmek; an gelir, en derin yarayı iyileştirir, ölü toprağı diriltir!
Velhasıl-ı kelam; her geçen gün, “gözlemcinin” (seni izleyen sen) sadece izleyerek, müdahalesiz, yorumsuz, hükümsüz ve ille de çabasız, oyunun akışını nasıl değiştirdiğine tanık ol…
Özünle baktığında; g-özleyen de sen, g-özlenen de… Öyleyse her şey, O tek olanın, yansımasından ibaret değil de ne? Seyreden de, oynayan da sensen eğer; kendi kendini düşünce girdabında boğmanın anlamı ne?
Sadece başını çevir ve gerçekliğini değiştir.
Bu ne duyarsızlık, ne sorumsuzluk ne de vazgeçiştir.
İnan bana; bu aktif bir yol alıştır. Aceleci olma. Telaş etme. Kendi biricik hızında, öylece yürü. Gerekirse yavaşla. Hatta dur. Sindire sindire, keyifle ve sabırla. Canın acırsa sakin ol. Ve yeniden başla. Yoluna çıkan ve ağırlığından bir türlü açılamıyor zannettiğin kapıları, bu kez, kaba gücünle (egonla) zorlama. Sadece menteşesini, özünün “saf” yağıyla tekrar yağla. Nazik ve beklentisiz… Kapının kendiliğinden açıldığını göreceksin. Ve buna bayılacaksın…
* Füsun Çil Taşlı

YORUM YAP