Ali Gülcü

O Kader Güzel

Elleri titreyen yaşlı bir ressam, koltuğunun altında boyaları ile zeytin ağaçlarının altında nereyeyse bilmem hızlı hızlı yürürken, ayağı takılmış da erik rengi boya dökülmüş, dünya yemyeşil olmuş gibi.

Uzun duman saçlı, beyaz entarili, ayağı sandaletli, iki dünya arasına sıkışmış bir hayaletin sırtını görüyorum sanki!

Dönüyor, bana doğru yürümeye başlıyor…

Gelen, omuzlarına kepeneği atmış, avurtları çökmüş, hafif kambur, uzun boylu bir çoban.

Ne olsun çobanın adı?

Da Vinci diyelim!

Ateş soruyor, cebimden çıkarıp uzatıyorum çakmağı.

Beyaz, boyunları tasmalı iki de çoban köpeği var. Ölümüne bir savaştan sağ çıkmış gibi ikisinin de gözleri kanlı, nefes nefese, buhar tütüyor ağızlarından.

“Tilki çıktı” diyor çoban, köpekleri ile gurur duyan bir ifade ile, “kovaladılar ama kaçtı.”

“Kurnaz hayvan” diyorum, “kaçar”

“Kaçamaz da… Bakma sen bunların büyük olduğuna, yufka bunlar! Bilerek kaçırdılar tilkiyi.”

Gülüyorum.

Da Vinci çakmağı uzatıyor, sen de kalsın diyorum, ben de bir tane daha var.

Boyaları dökme diye bağırmak geliyor içimden, dökülecekse de erik rengi olan dökülsün. Yeşile kessin dünya, bu mevsimde nasıl oluyor diye düşünsün gören gözler.

Çoban, koyunlar ve çoban köpekleri zeytin ağaçlarının arasında kayboluyor.

Yalnız kalıyorum. Tam istediğim, tam düşlediğim gibi.

İrice bir taşın üzerine oturuyor, gözlerim gri boşlukta, sessizliği dinliyorum.

Gri boşluğun gözleri ben de mi?

Sessizlik beni dinliyor mu?

Güneş olmayınca gri oluyor her şey, üzerinde iğrenç fotoğraflar olan siyah sigara paketleri gibi!

Birinin dişleri çürümüş ağzı, birinin kangren ayağı, elinde sigara, gri elbisesi ile hamile bir kadın.

“Sağlığa zararlıdır” yazmak yeterli olsaydı keşke!

Fotoğraflar, okuduğunuzu anlamıyorsunuz demenin başka türlüsü. Korkutmak lazım, bak ağzın, dişlerin böyle olur, ayağını keserler, çocuğun engelli olur, iktidarsız olursun Allah muhafaza…Göstermek lazım!

Fotoğraf ve resim arasındaki farkı da anlatması lazım birilerinin.

Makine ile zamanın dondurulması, fotoğraf.

Elle çiziyorsan, resim!

Resim fotoğraf değil, fotoğraf da resim değil. Karabatak ve martı kadar farklı.

Kefal ve lüfer, lahana ve patates, uçak ve kağnı…

“Tabii ki de” diyenler de keyfimi kaçırıyor laf aramızda.

Bir ağız dolusu “aşkitom” diyor sonradan sarışın kadın, mektep, medrese görmüş, mürekkep yalamış üstelik, yaş neredeyse kırk dokuz, elli.

Aşkitoya bakıyorum, aşktan nerdeyse emekli…Antrapoza çeyrek var, siyah paketteki külü eğri sigaraya dönüşmesi yakın fakat canlanıyor o da!

“ Aşkiton ısırsın seni!”

Sazanların dişi olmaz, ısıramaz oysa.

Muhabbet koftiden olunca ve herkes birbirine benzemeye başlayınca, akıntıyı alan, olabildiğince uzaklaşan insanları anlamayacaksın da ne yapacaksın?

Ormanda bir kulübeye, deniz kenarı bir barakaya, kuytuda bir çadıra, tenhada bir karavana, adalara sığınanlar, saklananlar var.

Ne kadar az insan?

O kader güzel!

Kendini odalara kapatanları ve kitap kahramanlarına dönüşenleri söylemiyorum bile.

Mecburiyetler olmasa, denize, dağa ve ağaca evrilir bıkmış insanlar. Hem de tereddüt etmeden, gönüllü üstelik.

Kulaklar da yoruluyor samimiyetsizlikten, zihin de ruh da.

Beklemekle, aramakla geçiyor ömürler.

Kimi aşk diyor.

Kimi ölümsüzlük.

Servet diyenleri de servi ağaçlarının altına gömüyorlar banka hesapları ile beraber, dilencileri de. Farkları mermer!

Garip, manasız hırsları olanlar da var.

İlgi çeksinler diye, ne kadar akıllı olduklarını kendi Tanrılarına göstersinler diye, tavus kuşları gibi kuyruklarını açanlar da var, hindi gibi düşünür görünenler de.

Tavus kuşunun da hindinin de Pir'i, deve kuşudur!

O da kafasını toprağa gömer, kıçı açıkta kalır…

Tilki kurnazdır.

Fakat kurnazlar aptal olur!

Sen Mona Lisa değilsin

Son Akşam Yemeğine davetli de değilsin.

Her zaman yufka çoban köpekleri çıkmaz tilkinin karşısına.

Çoban her daim Da Vinci olmaz.

Lüfer ısırır.

Sazanın dişleri yok!

 

Ne kadar az insan?

O kader güzel!

 

YORUM YAP