Sevginar Sali

Dizini dövme fasılları...

Geçen gün size güzel ülkemizde güneş ve ay tutulmasının akıl tutulmasından daha çok gündem olduğundan dert yanmıştım…
Dün alıntı ile idare ettim…
Bugün gündeme dair bir şeyler yazmak mecburiyetinin baskısından kurtulmam lazım... Sağa baktım, sola baktım neyi tutsam elimde kalacak hissiyatı içinde şunu fark ettim; nutkum tutulmuş…
Adil Abi ile sohbet ediyoruz konu geldi geçmiş vakitlere dayandı; Ülkücülerin genel merkez politikaları karşısında memnuniyetsizliğini sopayla kapılarına dayanarak ifade edebildiği zamanları varmış… Nereden nereye geldik!? Genel Başkanını ‘dövmeyen', dizini döver sözü bugünlerimizi en iyi anlatan atasözü uyarlaması olsa gerek… Sakın beni ‘şidetti savunuyor/övüyor' diye suçlamayı aklınızdan geçirmeyin... Öyle bir niyetiniz varsa da bir-iki dikakalığına Meclis TV veya haberleri açın...  Aklanmam saniyelik televizyon izleyicisi olmanıza bakar...
Bir kez ve yeniden görüyoruz ki; “Ne istenilirse verilmesi” çok yanlış bir yaklaşım… Nerede kullandığınızın bir önemi yok; ister konu çocuğunuz olsun, isterse de bir partinin sınırsız yetki talep eden genel başkanı; bilinen anlamına hiç girmedim dikkat ettiyseniz… Özgürlük, hak ve hukukun da muhakkak bir sınırı olmalı… Hatta her şeyin…
Gündeme bakıyorum bir alan da yok ki ilaç niyetine iyi bir haber versin…
Evet, birileri gırtlağımıza çökmek için fırsat kolluyor da; biz de boynumuzu öyle savunmasız uzatmışız ki önlerinde…
Bir arkadaşımla sohbet ediyoruz köklü bir fabrikatörün iş yerini kapatma kararını anlatıyor. “Eskiden ürettiğimiz malı satar para kazanırdık. Şimdi malımızı satmak için para veriyoruz” deyip uzun yıllar çalışan ekmek teknesine kilit vurduğunu aktardı.
Böyle bir ortamda iş hayatına yeni atılan kişilerdeki cesarete hayran kalmamak mümkün değil. Var olan köklü ve kurumsal yapılar can çekişme noktasına gelmişken, yılların tecrübesine sahip kişi ve iş yerleri yeni koşullar karşısında havlu atarken ekonomiyi nasıl canlandıracağız bir fikrim var…
Şaşırdınız değil mi?
İnsanları canlandırarak… Darbe üstüne darbe, baskı üstüne baskı, işkence gibi bir gündem… İnsanlar içine kapana kapana dışarıyla bir alakaları kalmadı… Aile ilişkileri, konu komşu, çarşı pazar ile irtibatı en alt düzeye indirenler yurt dışına göçmek için fırsat kolluyor. Halkın moralini düzeltin, evlerinden çıkmasını, eskisi gibi yiyip, içmesini, gezmesini sağlayın bakın ekonomi canlanıyor mu, canlanmıyor mu?
Ama siyaset bizi uçurumun kenarına getirir ve orada her şeyin bittiği o boşluğa bakarak iyi şeyler düşünmemizin önüne set çekerse insanlarda iyileşme olmaz dolayısıyla ekonomide düzelme de gerçekleşmez… Benim gibi düşünen başkaları da oldu muhtemelen. İzmir saldırısının ardından neredeyse bütün ulusal kanalların akşam kuşağında yerli komedi filimlerine yer vermesi dikkatimi çekmişti... ‘İçimiz kan ağlıyor ne yapıyor bunlar ya...' diye içten içe sinirlenmiştim de... Üzündüm yetmiyormuş gibi bir de sinirleniyorum : )) Dibi zorlama azmi!
Siyaseti düşünecek halim yok kusura bakmayın… Onların tuzu her durumda kuru…
Döve döve dizlerimizi çürütürüz ancak… Daha iyisini yapabiliriz, dahası denemek zorundayız… Beden harekete geçmeden akıl harekete geçmezmiş, ruhun da iyileşmeyeceğini ekleyin hesaba… Önümüz hafta sonu, e hava da hafta içine nazaran daha iyi olmayı vaat ediyor… Sığındığımız kabuklardan çıkmaya ne dersiniz?

ERTELEME
Hiç bir şeyi ertelemeden yaşa...
Ertelemek, yaşamın mayasını kaçırır.
Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş.
Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini, öz suyunu yitirir...
Söylenmeyen sözler de zaman aşımına uğrarlar.
Yaşlanmaya benzer bu: Sözcükler de büzüşüp, küçülürler. Geriye dönüş yapıldığında o vurucu gücü, etkiyi beklemek hayaldir...
 *Alıntı

YORUM YAP