Şahin Dirik

Tüm Yönleriyle Kanal İstanbul 2

Dünkü yazımda Corona mevzusuna rağmen gerçekleştirilen Kanal İstanbul ihalesinden ve bunun bir bakanı nasıl işinden ettiğinden bahsetmiştim. Bugün ise Kanal İstanbul'u genel anlamda bir değerlendirme yazısı paylaşacağım siz değerli okurlarımızla.

2011'de açıklanan Kanal İstanbul projesi uzun süredir gündemde kendine yer buluyor. Çılgın Kanal İstanbul, gerçekten de faydalı ve para basacak bir proje mi? Yoksa cidden ayakları hiç mi hiç yere basmayan bir proje mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık meydanlarda kanal İstanbul'dan bahsediyor, "Bu projeyi illa yapacağız" diye üstüne basa basa dillendiriyor. Onu dinleyenlerin bir kısmı da Kanal İstanbul'un çok faydalı, ülkemize para kazandıracak bir proje olduğuna inanıyor ve savunuyorlar.

Şimdi, proje yeniden gündemde, yeniden tartışılıyor. Maliyeti ile tartışılıyor, vereceği zararlar ile tartışılıyor… Ancak Kanal İstanbul Projesi'ni ortaya atanlar bundan gelir elde edeceğimizi, para basacağımızı söylüyor.

Öncelikle kanal İstanbul nedir? Nerede yapılacaktır? Bunları bir anlayalım… Kanal İstanbul projesi, İstanbul boğazına alternatif bir geçiş koridoru oluşturmak için İstanbul'un batısında Trakya yarımadasını ikiye bölerek açılacak yapay bir kanal. Kanal İstanbul'un kuzey-güney istikametinde uzunluğu 45-48 km uzunluğunda olacak.

Genişliği ise 145-155 metre olacak.

Şimdi, iktidar diyor ki; "İstanbul boğazından tanker geçişleri tehlikeli oluyor, bu yüzden kanal İstanbul'u yapacağız ve İstanbul'u bu tehlikeden kurtaracağız..."

Peki, hakikat cidden öyle mi? İstanbul Boğazı'nın en dar yerinde dahi genişliği (Rumeli Hisarı-Anadolu Hisarı arası) 700 metredir. Şimdi en dar yeri 700 metreden geçerken tehlike arz eden tankerler, AKP'nin yapacağı ve genişliği 150 metre olan Kanal İstanbul'dan daha rahat geçecek öyle mi? Diren matematik, diren geometri...

Yine kanal İstanbul'u yapmak isteyenler diyor ki; "Bu tankerler ve gemi kazaları şehri tehlikeye atıyor, boğaz kenarında yaşayan halkı tehlikeye atıyor..."

Peki, eyvallah. Ama yine kanal İstanbul'u yapmak isteyenler diyor ki; "Kanal İstanbul'un kıyısında yeni şehir, yaşam alanları yapacağız..."

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur diye sorarlar adama ama değil mi? İstanbul boğazı kenarındaki vatandaş için tehlike arz eden geçişler, Kanal İstanbul'un kıyısında kuracağınız yeni şehirlerde oturan vatandaş için tehlike arz etmeyecek mi? Üstelik yukarıda da bahsettiğim üzere Kanal İstanbul sadece 150 metre genişliğinde, İstanbul Boğazı ise 700 metre genişliğinde. Hangisi daha tehlikeli olur?

Bir başka husus da Kanal İstanbul'un güzergâhıyla ilgili soruna… Önce Kanal İstanbul'un güzergâh haritasına bir bakalım. Kanalın geçtiği en dikkat çekici bölgelerden biri, dünyanın en birinci çılgın projesi olan ve kıskanılan 3. havalimanının çok yakını. Kanal yine nüfusun & yerleşimin hâlihazırda oldukça yoğun olduğu bölgelerden geçiyor. Şimdi, daha önce de değindiğim, boğaz geçişinde tehlike arz eden tanker geçişleri bu bölgeler (ve alanda yeni kurmayı hedeflediğiniz şehirler) için tehlike arz etmeyecek mi?

Maazallah, Kanal İstanbul'dan geçen dev bir tankerin kaza yapması, patlaması durumunda bu bölgeler felakete açık değil mi? Misal bir tanker kazası olunca yükselen simsiyah dumanlar havalimanı trafiğini ciddi manada tehlikeye atmayacak mı? Ya da çıkan duman ve zehirli gazlar civar bölgelerdeki halkın sağlığını tehdit etmeyecek mi?

Bunu de geçtim, peki bu kanalın herhangi bir coğrafi avantajı olacak mı? Kanal İstanbul'u yapacak olanlar diyor ki; "İstanbul Boğazı'ndan geçen gemilerden para alamıyoruz, ama Kanal İstanbul'dan geçen gemilerden para alacağız, para basacağız, yılda 8 milyar dolar gelir elde edeceğiz..."

Öyle mi? İnceleyelim…

Bir kanal neden yapılır? Amacı nedir? Onu irdelemekle başlayalım.

Bu tip kanallar, uzun yolları kısaltarak, zamandan ve yakıttan tasarruf sağlamak için yapılırlar. Örneğin panama kanalı, neden yapıldı? Pasifik'ten Atlantik'e geçecek gemiler binlerce mil yol katedip güney Amerika kıtasını dolanmasın diye yapıldı. Yani büyük bir fayda söz konusu...

Süveyş kanalı aynı şekilde, Hint Okyanusu'ndan Akdeniz'e, oradan da Atlantik'e geçecek gemiler Afrika'nın en güney ucunu dolanıp binlerce mil yol ve zaman kaybetmesin diye yapıldı.

Bakın, bu kanalların yol ve zamandan büyük tasarruf sağladıkları aşikâr. Peki ya Kanal İstanbul? Yol ve zamandan bir kazanım olacak mı? Hemen cevaplayayım; İstanbul Boğazı'nın uzunluğu 30 km, Kanal İstanbul'un planlanan uzunluğu 45 km.

Gelelim para mevzusuna… Biz şu an İstanbul Boğazı'ndan geçen gemilerden para alabiliyor muyuz? Evet. Mesela 2017 yılında transit gemi geçişleri sırasında verilen fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetlerinden 312 milyon 11 bin 630 lira gelir elde edilmiştir. Yani, kanal istanbul'u yapmak isteyenlerin söylediği "boğaz geçişlerinden para alamıyoruz" lafları koca bir safsatadır.

Peki, bu gelir az mı? Çok az. Dünyanın en önemli suyollarından elde edilen bu gelir gerçekten çok az ve bu elde edilen gelirin hemen hemen tamamı zaten boğazların güvenliği, işletmesi, fener bakımları vb. giderler için harcanıyor, yani bu gelirin vatandaşa bir katkısı olmuyor.

Peki, kanal İstanbul ile bu elde edilen gelirin artması, söylendiği gibi yıllık 8 milyar dolara çıkması mümkün mü?

Bence şu konjonktürde mümkün değil. Sebebini de açıklayayım; Türkiye'nin taraf olduğu Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne istinaden transit gemilerin yukarıda bahsettiğimiz fener, tahlisiye ve kılavuzluk hizmetleri ücretini ödeyerek İstanbul Boğazı'ndan geçmeleri mümkün. Şimdi soruyorum size, bu suyolunu kullananların böyle bir hakkı bulunurken, neden gidip daha uzun, daha dar ve üstelik daha pahalı bir geçişi tercih etsinler?

Sen bu satırları okuyan değerli okurum, diyelim ki bir geminin kaptanısın.

Karadeniz'den Akdeniz'e açılacaksın, önünde geçmek için iki seçenek var.

Birinci seçenek daha kısa (30 km) daha geniş (700 m) ve daha ucuz.

İkinci seçenek daha uzun (45 km) daha dar (150 m) ve daha pahalı.

Hangisini kullanırsın?

Peki, Türkiye İstanbul Boğazını kapatıp, transit gemileri Kanal İstanbul'dan geçmeye mecbur bırakabilir mi? böyle bir şansımız, imkânımız var mı?

Bakın, yine Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne göre, İstanbul ve Çanakkale boğazları "Türk Karasuları" statüsündedir. Yani, bu antlaşma geçerli olduğu sürece, İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nın tapusu Türklerdedir.

Lakin rahatlıkla "dış güçler"(!) olarak tanımlayabileceğimiz bir kuruluş var. Uluslararası denizcilik örgütü (İMO).

Bu kuruluş dönem dönem bu boğazlar konusunu gündeme getirir ve "Boğazların Türk denetiminden alınıp uluslararası bir teşkilata bırakılması gerektiği" gerekçesi ile Türkiye ile davalık olur. Örneğin bu uluslararası denizcilik örgütü en son 1996 yılında boğazlar konusunu gündeme getirmiş ve boğazların uluslararası bir komisyona devri için lobicilik faaliyetlerinde bulunmuş. Yani sözün özü, bu iş hassas bir nokta dostlar.

Türkiye'nin boğazlar konusunda atacağı herhangi bir adım, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile boğazlar üzerinde elde ettiğimiz hakların uluslararası boyutlarda tartışmaya açılmasını gündeme getirebilir... Bunun tarihte örneği de yok değil hani. Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin tartışılması ve masaya gelmesi demek Türkiye'nin güvenliği ve boğazlar üzerindeki egemenliği açısından, kazanımlarını çok büyük bir oranda kaybedebilmesi olasılığının doğması demek. ABD deniz kuvvetleri; Karadeniz'de uçak gemileri ve nükleer denizaltıları da dâhil olmak üzere, hiçbir sınırlamaya tabi olmadan, devamlı olarak konuşlanmak istemektedir. ABD; Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nden memnun değildir ve değişmesini istemektedir. Bu maksatla uygun ortamı kovalamaktadır. Onlara bu fırsatın sunulmasına nasıl müsaade ederiz?

Kısaca anlatmaya çalıştığım üzere (evet ancak bu kadar kısa oldu, uzamasın diye çevre konusuna giremedim bile) Kanal İstanbul'un bize yükten başka bir şey olmayacağı kanaatindeyim dostlar…

YORUM YAP