Hasan Baki Çifçi

CHP'ye Zamanın Ruhuna Uygun Önermeler​

Silivri İlçe Kongresine Giderken CHP'ye Zamanın Ruhuna Uygun Önermeler

Türkiye siyasetinde yıllardır aynı tabloyla karşılaşıyoruz: Muhalefetteyken demokrasi ve özgürlükten bahsediliyor, iktidara gelince otoriterlik ve tahakküm öne çıkıyor. Çünkü siyaset, toplumsal gruplarla bağını çoktan koparmış durumda. Emekçi sınıflar ülke yönetiminde sadece bir “oy deposu” olarak görülüyor. “Siz bizi seçin, gerisine karışmayın” anlayışı hâkim. İşçi, köylü, memur, işsiz ve emekliler, lider merkezli lütuflara mahkûm edilerek “iyi adam–kötü adam” ikilemine sıkıştırılıyor.

Bu neden böyle? Elbette, toplumun sosyolojisinden ve kapitalizmin bugün geldiği sömürü düzeninden bağımsız düşünülemez. Fakat biz bu geniş başlığı bir kenara bırakıp, yerel ile genel siyaset arasındaki ilişkilere odaklanalım.

Hafta sonu Silivri'de “iktidara yürüyen CHP”nin ilçe kongresi yapılacak. Oysa kongre ve kurultayların işlevi çok önemlidir. Bir siyasi partinin ülkenin geleceğine dair programını ortaya koyması, iktidar için nasıl hazırlanacağını tartışması, halkın taleplerini aşağıdan yukarıya doğru delegeler aracılığıyla kayda geçirip oylaması gerekir. Alınan kararlar, sadece yönetimleri değil, genel başkandan en sıradan üyeleri de bağlayacak bir sorumluluk yükler. Demokrasi dediğimiz şeyin ilk adımı burada başlar.

Ama Öyle Olmuyor! Oluyor mu?

Gerçekte ise tablo farklıdır. Gücü eline alan, kendi tabanından gelen eleştirilere dahi tahammül edemiyor. Farklı sesler “hain” ya da “fitneci” diye damgalanıyor. Bu alışkanlık, siyaset kurumunun genlerine işlemiş durumda. Seçilen bir yönetim varsa da asıl her şeye muktedir başkan bir anda “baş kesen” e dönüşüyor. Herkes her şeyi ondan bekliyor. Gücü öyle yoğunlaşıyor ki yanına yaklaşmak bile zorlaşıyor.

Peki, Silivri'de yapılacak kongrede delegelerin görevi sadece taraftarı oldukları kişiyi seçmek mi? Yoksa Silivri'nin geleceğini, ülkenin içine sürüklendiği krizi, dezavantajlı grupların sorunlarını, üretim–tüketim dengelerini, çevre ve şehircilik hizmetlerini masaya yatırabilecekler mi? Çanta'daki Çimento Fabrikası girişiminden Danamandıra'daki doğal ve tarihi varlıkların tahribine, Silivri derelerindeki kirlilikten denizin durumuna, deprem hazırlığı ve kentsel dönüşüm süreçlerine kadar somut başlıklar tartışılacak mı? CHP Silivri'nin önüne nasıl bir vizyon koyacak? Sadece ilçe başkanı ve belediye başkanının lütfedecekleri vizyonlarına mı mahkûm olacağız? Demokrasi bu diye gelecek bahar sıramızı mı bekleyeceğiz. Hazır tek adam rejimi de kurulmuşken!

Katılımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri işletilecek mi, yoksa yine bir kişinin keyfine bırakılıp, vaatlerle avutularak bir sonraki hayal kırıklığına mı sürükleneceğiz? Sonra da şişirilmiş egolarla üst kademelere yelken açan kahramanlardan kurtuluş beklemeye mi mahkûm olacağız? Sağcıların yaptığını eleştirirken, “sol” ve “sosyal demokrat” maskesi takmış ama içi başka, dışı başka aktörlerin demokrasi fantezilerine razı mı geleceğiz?

Katılımcılığın Öldüğü Yerde

“CHP iktidar yürüyüşü” sonrası nasıl bir iktidar göreceğiz? Katılımcı demokrasi sadece sandıkta oy vermek değildir. %60 oy almak, her şeyi tek başına yapma hakkı vermez. Bugün siyasal iktidarın “%50+1” üzerinden her istediğini yapabilmesi, ülkenin geldiği noktayı açıkça gösteriyor.

Demokrasi ve birlikte yönetim, karar alma süreçlerine yurttaşın, sivil toplumun ve meclislerin katılımını gerektirir. Ama yerelde belediye meclisleri devre dışı bırakılıyor, çevreciler ve hak savunucuları düşman ilan ediliyorsa; bu, iktidara yürüyen partinin ülke yönetiminde nasıl bir yol izleyeceğinin küçük bir provasıdır. O zaman bu kadar zahmete neden katlanıyoruz.

Halkın beklentisi açıktır:

Geçim derdinden kurtulmak,

Adaletin sağlanması,

Çevre ve yaşam hakkının korunması,

Şeffaf ve hesap verebilir yönetim.

Barış ve güvenli bir kent aidiyeti içinde huzurlu yaşamak.

Ama siyaset, bu beklentiler yerine kendi iktidarını nasıl tahkim edeceğini konuşuyor. Yerelde de genelde de aynı süslü laflar, aynı coşkulu nutuklar… Halkın gerçek sorunlarına dair somut bir söz yok.

Asıl tehlike şurada: Eğer muhalefetteyken bile iktidarın diliyle konuşuyor ve onun yöntemlerini uyguluyorsanız, yarın iktidara geldiğinizde farklı olacağınızı hangi temele dayandırabilirsiniz?Muhalefette demokrat, iktidarda otokrat… Bu döngü kırılmadıkça, hangi parti iktidara gelirse gelsin sonuç değişmeyecektir. CHP gerçekten halkçı, şeffaf ve katılımcı bir iktidar vizyonu geliştirebilecek mi? Bunu yerelde görmek isteriz. Çünkü yerelde görülen “belediye başkanlığı” pratiği, genel iktidarın habercisi demektir?

Halk, bu döngüyü kıracak örgütlü iradeyi ortaya koyabilecek mi?Kongreler bunun için fırsattır. İktidara yürüyen bir partinin DELEGESİ olmak  büyük sorumluluk ister. Geleceğin günahını da sevabını da omuzlamak demektir. Hak Hukuk, Adalet burada başlar.  Doğmuş ve doğacak olanın hakkının sorumluğu delegeyle başlar.

Bu soruların cevabını umarım ve dilerim ki 28.09.2025 Pazar günü yapılacak CHP ilçe kongresinde buluruz. Çünkü CHP tarihinde üç kez Türkiye'nin bütün sosyal muhalifinin ana taşıyıcısı hâline geldi. Birincisi kurucu önderlik, ikincisi1973 seçimlerinde “toprak işleyenin, su sulayanın” dediği zamandı. Sosyal demokrat damara yaklaşım.Bugün de herkes için “hak, hukuk, adalet” talebiyle “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz” gibi Türkiye sol ve sosyalist işçi sınıfı ve tüm emekçi sınıflar için ürettiği tarihi talebin etrafında birleşiyorsanız, onun hakkını vereceksiniz.

Aksi hâlde bu uğurda binlerce devrimcinin, yurtseverin can verdiği, zindanlarda çürüdüğü, faili meçhullere ve sürgünlere düşüp aşsız işsiz kaldığı direniş simgesi sloganlarımızın; inançsız, ilkesiz, bilgisiz ve kişisel çıkar peşinde koşanların malzemesi ve sermayesi hâline getirilerek içinin boşaltılmasına, özünün kirletilmesine asla izin veremeyiz. Çünkü; bir ahlak ve vicdan sorunu olduğu gibi tarihimize ve geleceğimize ihanettir.

YORUM YAP