XXXXX

Sanat Üzerine

SANAT ÜZERİNE
Sanatın insan ruhunu sakinleştirdiğini, sabrı öğrettiğini düşünüyorum, ama en önemlisi insanları bir araya getirdiğini biliyorum.
Hayal ediyorum, gönülden istiyorum Silivri’miz kendine yakışır bir Kültür Merkezi’ne kavuşsun. Bütün Silivrililerin de arzusu budur. Belediyecilikte devamlılığın şart olduğuna inananlardanım ama ne yazık ki bazen siyaset bunun önüne geçebiliyor. Sanatta siyaset olmaz diyorum. İçim acıyarak söylüyorum, malesef oluyor.  Her ne kadar “Sanat Evi’nin” ismi değişip “Kültür evi” yapılsa da Sanat Evi’nin geliştirilerek, Kültür Merkezi’ne çevrilmesi takdir edilecek bir şey. Hele Tiyatro Salonu’na rahmetli Yücel Hocamızın adının verilmesi çok güzel bir düşünceydi. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Teşekkürler Başkanım, benim çok sevdiğim sanat evini geliştirerek devam ettirdiğiniz için.
Sanatla bağladık bu hafta, sanatla devam edelim. Dün de İSMEK’teydik. Burası da güzel bir binayı hak ediyor. Spor salonuna bayıldım. Salona dokuz yüz kişinin kayıtlı olduğunu söylediklerinde ise çok şaşırdım. Ve spora gelenlerin çoğu da ev hanımları, iş çıkışı gelen hanım ve beyler de çok fazlaymış. İSMEK kursları bence bütün ev hanımlarını evlerinden çıkardı. Biliyorsunuz bizim Kültür Evlerimizde önceden çocuklara ve gençlere kurslar verilirdi. İSMEK bu kuralı bozdu. On altı yaş üstü herkese açılan bu kurslarla hanımlara birçok beceri kazandırdı. Hele ceza evinde açtıkları resim kursu için çok sevindim. Resim öğretmenimiz Ömer Hoca ilk orada resim dersine gidendir. Tuvalleri, boyaları temin ettik yaz döneminde. Bu kursu Sanat ve Diyalog Evi olarak gerçekleştirdik. Tabii ki Halk Eğitim Merkezlerimizi de unutmamak lazım; çocukluğumda ve gençliğimde gittiğimiz aktiviteler yapabildiğimiz tek yerdi. Silivri’deki ilk resim atölyesi de Niyazi Hoca ve dört, beş hanımla kuruldu. Bir yıl sonra da aralarına ben katıldım ve birçok hocamız oldu. Küçük bir dükkanda çalışıyorduk. Hepimiz işlerimizi bitirir koşa koşa atölyemize gelirdik. Öylen yemeğimizi de orada pişirirdik. Keyifle yemeğimizi yer hemen şövalyelerimizin başına otururduk. Bazen konuşmayı bile unuturduk.
Resim yapmak farklı bir şey. Ben bir resme bakarken tamamına en son bakarım, çünkü benim için önemli olan o resimdeki fırça darbeleri, renk geçişleri ve o resmi yapanın o anda neler hissettiğidir. Bir anda sizi çok etkileyen bir şeyi, sokakta gördüğünüz bir dilenci, çocuk, hayvan veya doğa olabilir resmetmek istediğiniz. Fotoğraf çekmek gibi bir şey. Bazen de bir manzarayı, güneşin batışını hafızama kazımak isterim resmetmek için. Bu sanatçının en çok neyin resmini yapmayı sevmesine bağlı. Ondan sonra sancılı bir dönem başlar. Özenle tuvalinizi seçersiniz, paletinize boyalarınızı keyifle sıkar başlarsınız resme. Önünden şöyle bir geçip baktığınız tuvallerin her bir noktasında bir emek vardır. Kaç kere bozulup yapılmıştır, çünkü hep en güzelini bulmaya çalışırsınız. Aklınız hep tuvaldedir. Kafanızda resim bittiği zaman tuvalde de bitmiştir. Onun için de bence hiçbir resim tam olarak bitmez.
Bazen insanlar resmi fotoğraf gibi görüp öyle yorumluyorlar. Halbuki resim tamamen o sanatçının yorumudur. Onun eseridir ve renkler onun dünyasıdır. Bazen bir tablo bir yılda biter, bazen bir ayda ama o tablo bitene kadar rüyamızda bile renk karıştırırsınız. Bittiği zaman da çocuğunuzu seyreder gibi seyredersiniz.
Atölye çalışmaları ise çok daha farklıdır. Ara sıra ara verip resimleri yan yana dizer ve tenkitlere başlarsınız. Bu yapılan resmin, resmi yaptığınız o her neyse ona benzeyip benzememesiyle ilgili tenkitler değildir. Fırça darbelerine bakılır renkler üstüne konulur ve resmi yorumlamayla ilgilidir. Size göre bitmiş olan bir resim başka bir sanatçıya göre bitmemiş olabilir ya da aksi olur. Ben çok portre (insan veya hayvan) ve eski evleri, sokakları yapmayı seviyorum. Çizmeden hayalinizden bir resim yapmak çok keyifli. O sokak sizin sokağınız oluyor. Evleri istediğiniz renkte yapıyorsunuz. İstediğiniz gibi eskitebiliyorsunuz. Ondan sonra bir bakıyorsunuz at arabasıyla bir satıcı geçiyor. Kırık dökük bir pencereden (ama camda teneke içinde begonyaları unutmamak lazım) bir kadın satıcıya sesleniyor. Başka bir evin kapısında minik bir kedi etrafı kolluyor çünkü arabacının bir köpeği var. Bir köşede de hanımlar kaldırıma oturmuş sohbet ediyorlar. Ben bu sokağa istediğim gibi hayat verebilirim, çünkü bu sokak benim hayalim benim sokağım. İşte resim yapmak böyle bir şey. Düşünün şimdiki atölyemizde beş hanım olarak konuşmayı unutup dört beş saat geçirebiliyoruz. Evet yine eski atölyemize dönelim. Şimdi eczane olan o atölyede İlham hocayla da sulu boya çalışmalarına başladık. Zor ama en keyifli çalışma bence. Önceden ıslatılmış sulu boya kağıtları üstünde sizin yönlendirdiğiniz renklerle oynayıp yine arzu ettiklerinizi resmetmek çok güzel. Tabi sulu boyada bazen de kağıt ve fırça, sizi yönlendirir. Uyum içinde gitmezseniz resim sizi terk eder. Suluboyada düzeltme şansınız çok yoktur. Evet daha sonra da bu çok sevdiğimiz atölyeden ayrılıp Niyazi hoca ile kalede bir ahşap evde çalışmaya başladık.
 Sonra da önce İSMEK’e verilmiş sonradan da Sanat ve Diyalog Evi yaptığımız yere taşındık. Ahşap evlerde sanat yapmak başka bir keyif. Eskiyle iç içe çalışmak başka bir keyif. Burada Metin (Karakaş) Başkanımın katkılarını söylemeden geçemeyeceğim. Sanatla ilgili her türlü desteği ve ahşap evlerle ilgili tabii, desteği ondan aldım. İşte ondan sonra bu evde hanımlara, çocuklara, gençlere resim, müzik, gitar, ney, ebru, tiyatro, ut, keman dersleri verilmeye başlandı. Buranın sıcak ve ev havasında olmasına dikkat ettim. Bunun içindir ki en büyük arzum Onaterler’in evini Sanat Evi olarak görmek.
Yine bizim grubumuza dönelim. Bu grup Silivri’de kurulan ilk sanat grubudur ve yaptığımız çok önemli bir girişimdi. Onun içindir ki Sanat ve Diyalog Evi’nin kurulmasını istedim ve siyaseti bu evin içine hiç sokmadım, ne öğrencilerin arasında ne öğretmenlerin arasında konuşmasına da müsaade etmedim. Aynı bizim küçük atölyemiz gibi oraya gelenlerin kendilerini evinde hissetmelerini sağlamayla çalıştım. Çünkü sanat öyle birşey ki ortam sıcak olmalı, insanlar sadece oraya ait olduklarını düşünmeli. O güzel ahşap evde bu sağlandı. Sanıyorum ki hala o sanat evini özlemle anıyorlar.
Evet bizim o küçük grubumuzdan geriye iki kişi kaldık ama yeni arkadaşlarımız katıldı aramıza. Adımıza da Sonbahar Atölyesi dedik. Yine öğlen yemeklerimizi yapıyoruz, yine koşa koşa atölyemize gidiyoruz. Tabi şimdi çok çok iyi şartlarda bunu yapıyoruz ve yine çalışırken konuşmayı unutuyoruz.
Sanatla yaşayın, sanatsız kalmayın sevgili okurlarım.

YORUM YAP