Yazmanın bir işe yaramadığını ilikle-rime kadar hissettiğim günlerden geçiyorum. Yazmak için kendimi zorlasam da son anda vazgeçip, nefsimi teselli edecek bahaneler buluyorum. Patronumun Silivri'nin en hareketli sokağında avaz avaz “kaçak” diye bağırması da çok umurumda değil açıkçası. Kızacak ama vatanın elden gitmesini seyretmek zorunda kaldığımız zamanda, köşemi kaybetmişim çok da derdim değil. Patron belediyeci öğretmenin verdiği akılla yerelden bahsedip okunur olmayı devam ettirebiliyor. Ben o kadar tecrübeli olmadığımdan yangın sönmeden eve giremiyorum.
Geneldeki sıkıntılar devasa boyutlara ulaşıp, üstümüze üstümüze gelirken; yerel siyasetten, sarı otobüsten, Işıklar'ın SİAD'ı ziyaretinden, İBB'nin Silivri'ye hizmetlerinden, Işıklar'ın Topbaş'a teşekküründen, düğün, dernek, nikah ve eğlencelerden bahsedemiyorum. Hayat devam ediyor kabullenmişliğine kapılıp rahatlamak benim de hakkım olmalı. Ruh halimi ve dengesizliklerimi veya dengelerimi bir kenara bırakıp yaşamaya ve yazmaya devam edeyim.
İnsan olarak hepimizin değişik dozlarda korkularımız var. Ülke olarak sırat köprüsünden geçtiğimiz günlerde korkularımızın tavan yapmasını normal karşılamalıyız. Çevremde çok kahraman ve deli kabul edilsem de benim de korkularımın olduğunu itiraf ediyorum. Birinci sırada Allah korkusu var. Onu en üste koyduğumda, diğer korkuların tesiri azalıyor. Tavsiye ederim. Herkeste Allah korkusu olsa bazı sorunlar daha kolay halledilecektir.
Allah korkusu olmayan, katil de olur, sahtekar, terörist, kumpas, şantajcı aklınıza gelebilecek her türlü kötülüğü barındırandır. Allah korkusu olmayanlar benim korktuğumu, korkuttuklarını ima edip; artık yazmayacağımı konuşup cesaret bulmuşlar. Beni tanıyanlar da, ben de bütün uzuvlarımızla gülüyoruz. Sahibinin hatırı için belli bir süre mola vermemin kıymetinin bilinmesini isterim. Özellikle iletilmesini istediğim sözlerimi, tek kale oynadığınız toplantılarda cevaplamanın anlamı yok. Akıllı olmak, akıllı kalmak menfaatiniz icabı. Gırtlağınıza kadar batağa saplanmışken akıl kalmışsa tabii!
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesindeki bütün olumsuzluklar yerine getirilmişken; bizi yönetenler ve yönetecek olanlar gaflet, delalet ve hatta hıyanet içerisindeler. Ordusuna, yargısına, emniyetine, eğitimine, ticaretine, aklınıza gelebilecek her kurumuna girilmişken siyasi partilerimiz temiz kalmış. Atatürk “Siyasi partilerimizde ele geçirilmiş olabilir” demeyi düşünmemiş! Temizlik yarışına girenler 15 Temmuz öncesi kayıkçı kavgasına geri döndüler. AK Parti kurucusu, Başkomutan Erdoğan “FETÖ ile mücadelede yalnız kaldım” derken; vekil, bakan ve teşkilat mensupları “Beraber ıslandık yağan kurşunlarda” diyemediler. Yalnız bırakılan, ihanete uğrayan Erdoğan Beştepe'de muhtarlar ve vatandaşlarla teselli bulurken, Ak Parti temizlik iddiasında. Komedi mi, dram mı karar veremedim. Dileğim komedi olarak kalması.
Kendini temizleyemeyen, devasa sorunlar ve elbirliği etmiş düşmanla mücadele edemez. “Benim partim temiz” demekle temiz olunmadığı gibi, inandırıcılıktan da uzaklaşılıyor. İzmir'de aynı havuzda temizlendik ama, ne yazık ki aynı partide temizlenemiyoruz. Ekmek için Ekmelettin çatısını kuranlar ne gibi emir, direktif, şantaj ve kumpasa boyun eğdiklerini açıklamak zorundalar. “Allah affetsin” sözünün gereği, affedilmesini istediğimiz hataların açıklanmasını mecburi kılıyor. Kendini temizleyen, arındıran parti memleketi yönetmeye layık olacak. Temizleyemediği halde alternatifsizlik nedeniyle ehven-i şer kabul edilmek darbe ötesi kötülüklerin habercisi olacaktır. Milli görüş, milli ihanet olamaz, olmamalı, olmasına müsaade ve müsamaha gösterilmemeli.
15 Temmuz gecesinden itibaren gönüllere taht kuran Bahçeli tutarlı sözler ve davranışlarıyla takdir topluyor. Uzlaşmacı yaklaşımın gündem belirlemedeki önemi ortaya çıktı. MHP geleneğinde var olan yapıcı ve yol gösterici olma çizgisi ortaya çıktı. Bu uyum ve güç birliği boşalan kadroların ülkücüyle takviyesine vesile oldu. Ülkücünün Sağcısıyla, Solcusuyla güvenilir kabul edilmesi memleket menfaatine olacaktır. Temizlik işinin de Türkeş liderliğinde ülkücülerle havale edilmesi netice verecektir. Yufka yüreklilerle çetin yolların aşılmayacağı belli oldu.
Güzel memleketimde herkes her şeyden korkar oldu. FETÖ ve PKK yandaşları ortaya çıkmaktan, çıkarılmaktan korkarken, bilenler dile getirmekten korkar oldu. Başbakan partim temiz derken, başkan yapacağımız Erdoğan yalnızım diyor. Ben hangisinin haklı olduğunu dile getirmeye, yazmaya korkar oldum. Yazdıklarımın fayda yerine zarar getirmesi en büyük korkum oldu. Haklarında FETÖ ve PKK hikayeleri yazılan teşkilat mensupları korktukları gibi korkutmayı da becerebiliyorlar. Abileri, akrabaları, hısımları kulağından tutup getirmeleri gerekirken; doğruyu bulmalarına yardımcı olmak yerine nikah kıydırmayı tercih ediyorlar. İyi formül bulunmuş gibi oldu. Bundan sonra vekil, bakan, bürokrat tespih tanesi gibi Işıklar'ın karşısına dizileceklerse düşünmek zorunda kalacaklar.
Cumhuriyet Gazetesine geçmişten gelen bir husumetim var. 1979 yılında beş arkadaşla vali ve emniyetin gözetiminde okula gitmek istediğimde hakkımızda sekiz sütuna manşet atmıştı. “Faşistler Bolu'da SİYO'yu bastı.” O günden bu yana ismine yakışmayan bir gazete olduğuna inanırım. Hakkındaki iddiaların doğru olduğuna inanmakla birlikte operasyonun Balyoz ve Ergenekon benzeri olduğunu düşünüyorum. Hiçbir gazetenin memleketi bölecek, parçalayacak güçte olduğuna inanmam. Böyle bir iddia devletin güçsüz ve aciz olduğunu kabullenmek anlamına gelir.
Cumhuriyetsiz kalmayın.
Korkularınızı atın, korkusuz ve kahraman kalın.

YORUM YAP