Bir panayır havası vardı Arena'da derbi başlamadan...
Benim gibi futbola uzak olanları bile cezbedecek rengarenk bir şenlik ortamıydı.
Cimbom'un ilk golüyle düğün evine döndü stadyum.
Bir tarafta sevinç çığlıkları,diğer yanda hüzün ve tedirgin yüzlerle gözler sol koldaki saatlere bakmaya başladı.Umut hakim olsa da taraftarda, oyuncular ve Şenol Güneş yenilgiyi kabul etmiş gibiydi adeta.
Ardından her kaçan gol, coşkuyu küfüre dönüştürdü her zamanki gibi.
Bu duygular med-ceziri, son golle noktalandı.
Ayrılırken sahaya sırtını dönen kartalın yüzünde yas vardı.
***
Çıkışta kulak misafiri olduğum her dil, gol kaçıran oyunculara lanet yağdırıyordu.
Bu ruh hali bana, bir sosyal psikoloji kuramını hatırlattı.
İngilizce adı: “Self-serving bias”...
Özeti şu:
“İnsan, başarıyı kendine mal eder, başarısızlığı başkasına...”
Araştırmalar gösteriyor ki bireyler, zaferlerini kişisel özelliklerine, yenilgilerini ise dış faktörlere bağlıyor. Böylece benlik, kendini korumaya alıyor.
Takımı yenerse zafere ortak çıkıyor; “Biz yendik” diyor.
Yenilince sorumluk Teknik direktör'e ya da futbolculara armağan ediliyor,üste alınmıyor, “takım yenildi” oluyor.
Eğitim hayatında da öyle değil mi?:
İyi not alan, “süper zeki” olduğu için geçmiştir.
Notu kötüyse kimse, “Yeterince çalışmamışım” demez. Ya “sorular çok kazıktı”r. Ya “Hoca ona takmış”tır.
Başarıyı sahiplenmedeki girişkenlik, başarısızlıkta hızla erir; zihin, her yenilgiye dışarıda bir mazeret üretir.
Yani nihayette taraftar, kendinin taraftarıdır.
Zaferde “Aslan payı”nı kendisi alır.
***
Bu bencilliğin, insanları ders almaktan, hatalarını düzeltmekten alıkoyduğunu belirtip asıl ilginç bölüme geçelim:
“İnsanlar” diye genelledim, ama aslında bu davranışın insandan insana, daha doğrusu toplumdan topluma değiştiğini ortaya koyuyor araştırmalar...
Yani “kusur”, genetik değil, kültürel...
Amerika'da yapılan araştırma, Japonya'da tekrarlandığında “kendine taraftarlık”ın doğuda pek geçerli olmadığı çıktı ortaya...
Bireyin önemsendiği Batılı toplumların aksine doğuda grup çıkarı ön plandaydı.
“Doğulu” lafa “Ben” diye değil, “Biz” diye giriyordu.
Başarıyı gruba (şirkete, takıma vs.) mal ederken, başarısızlığın nedenini kendinde arıyor, bazen harakiri yapıp kendini cezalandırıyordu.
Çoğu Amerikalı yenildiğinde “Rakip güçlüydü” veya “Şanssızdım” diye sızlanırken, çoğu Japon, “Ben zayıftım”ı itiraf ediyordu.
Zaferde “Çok iyiydim, başardım” diyen Amerikalılara karşı Japonlar, “Şansım yardım etti” ya da “Takımın başarısı” yorumu yapıyordu.
Genellersek, başarısızlıktan başkasını sorumlu tutup başarıyı üstlenen “Batılı”ya karşı “Doğulu”, başarıda primi başkasına verip başarısızlığın sorumluluğunu üstleniyordu.
***
“Bir türlü batılı olamadık!” diye hayıflananlara işte en güzel örnek. Bu gözle bakınca, (hiç olmazsa) taraftarımızın, (hiç değilse bu noktada) “Batılı” özellikler gösterdiğini söyleyebiliriz.
Not: Konuyu daha iyi anlamak için bakınız:
Sandıkta kaybeden liderlerin seçim ertesi açıklamaları...