Ali Gülcü

Su akar yatağını bulur...

Sarı
Sarının her tonu.
Küçük bir köprü ile en yakın kara parçasına kelepçelenmiş kendi halinde, mütevazı kim sorarsa ada burası.
Zeytin ağaçlarının arasına saklanmış ahşap kulübede, yok yok kulübede değil yavaşlayıp yolu sorduğum, gözlerini kısarak yüzüme  dikkatlice baktıktan sonra duymazdan gelen,yüzüne derin çizgiler inmiş, yeşil gözlü adamda aklım.
Gücenmedim hiç, garipsemedim. Kim bilir hangi iç hesaplaşmanın sağlamasını yaparken yol soran bir yabancıya cevap vermek, tarif etmek, kelimeleri yan yana getirip cümle, iletişim kurmak!
Bunların hiçbirini yapmasın diye kapatmadı mı kendini bu kulübeye, insanlardan kaçmadı mı?
Gökyüzü gümüşi renklere teslim olmuş, sabah yağan yağmur bulutlarını rüzgar dağıtmış, patikalar ıslak. Rüzgarla vals yapan sazlar, üç adımda biten, tahtaları çürümüş iskeleler, karabataklar, ördekler ille de beyaz, ille de mavi kayıklar...
Dar, arnavutkaldırımı yol kenarlarını rutubete yenik düşmüş kapıları göle açılan evler, köy yumurtalarının kırıldığı serpme kahvaltı salonları, hediyelik eşya dükkanları, gözlemeciler ve tatlı su balıklarının pişirildiği lokantalar süslüyor.
Hala canlı; yayınlar, aynalı sazanlar ya küçük havuzlarda ya akvaryumlarda sergileniyor...
Eşleri ölüp dul kalan, ayağı çetikli, beyaz başörtülü, feraceli,basma şalvarlı kadınlar bir daha evlenmez, ekmek teknelerini sahiplenir, sabah ezanında ağ atar, balıkçılık yaparda ev geçindirirmiş buralarda...
Sebepsiz gülümseme yol açan odun kokusu, buğusu üzerinde kerpiç fırınlardan yeni çıkmış ekmek kokusu... Leylek olsam bu köyde bir bacayı sahiplenirdim diye geçiriyorken içimden asırlık çınar ağaçlarının kuytusunda bir kahvehaneye oturuyorum.
Oturuyorum dedim ama kalabalığız!
Toplantıya yetişmek zorunda olduğunu ve burada geçirecek fazla vaktinin olmadığını, her dakikadan keyif alması gerektiğini bilen adam, "işi gücü bırakıp buraya yerleşmek lazım, bir daha mı geleceğiz dünyaya" diyen serseri ruhlu hayalperest, evden okula gidiyorum diye çıkmış, sabahtan akşama kadar dut ağacından oltası, makara ipliğinden misinası ile yakaladığı balıkları okulu astığı belli olmasın diye arkadaşlarına dağıtan, haylaz.
Zamane dervişi, sazlı gölün tahta iskelesi, nilüferle sohbet eden filozof... Göle bıraktığı kağıttan gemilerin, uçurduğu sıçan uçurtmalarının dönmesini bekleyen, divane... Sarhoş şair.
Aynı çınar ağacının kuytusunu paylaştığının farkında olmayanları tanıştırmıyorum birbirleri ile neme lazım!
Hayat bir öğretmedir konuşmaz lakin, yağmurlu bir günde köy minibüsünden önce arabaya aldığın seni hiç tanımayan, kasketli bir amcanın ağzından, selam almayan bir adamın gözlerinden, kaybedecek hiç bir şeyi kalmamış, kabullenmiş, zerre isyan etmeyen bir kadının dudaklarından fısıldıyor bazen.
Duydun duydun canım kardeşim.
Duydun...Duydun.
"Neyi arıyorsan O'sun" diyor nilüferle sohbet eden filozof...
Haylazı, Divaneyi ve Filozofu göl kenarında bırakıp ayrılıyoruz köyden.
Yine geleceğiz!

YORUM YAP