Sevginar Sali

Ne İsa’ya ne Musa’ya...

Şu anda, bu satırları yazarken Silivri’de olup bitenler çok umurumda, ilgi alanıma giriyormuş gibi davranamam. Çünkü değil…
Yorgun hissediyorum, yıldım!
Siz bir şeyi ne kadar doğru yapmaya çalışırsanız çalışın, kendi algısının dışına çıkmayan, çıkamayan insanların yarattığı etki kimi zaman çok can sıkıcı olabiliyor.
Sabah saatlerinde Rıfat Kutlu ile uzunca bir konuşma yaptık. Tam o bitmişti görüşme esnasında gelen başka bir mesajı gördüm.
İki taraflı pres arasında sıkıştım anlaşılan… Ve aslında ne kadar boşa kürek çekiğim hissine kapıldım.
Kutlu, sabahtan beri susmayan telefonun etkisinde düşüncelerini öyle bir kaleme almış ki, meseleyi konuştuğumuzda aramızda savaş çıkması gerektiğini sanırsınız. Ancak her zamanki beyefendiliği, nezaketi, olayları soğukkanlı tartışma yeteneğini bir kez daha takdir ettim. Konuştuk, sanıyorum o da ben de ikna olarak görüşmemizi nezaket içinde tamamladık.
Bir de konuşma tenezzülünde bile bulunmadan kendi kafasına göre asıp kesenler var… Ben durumlarını endişe verici sanıyordum, trajedi boyutunu geçmiş. Oysa o kadar güveniyorlardı ki zekalarına, ikna edemeyecekleri kimse yoktu! Kendi içinde ne yapmak ve söylemek istedikleri ile ilgili tutarlılığı yakalasalar, ikna edecekleri, onlara inanmaya hazır insanlar var tabi piyasada. Yaptıkları hataları görmezden gelmenin bedelini başkaları da öder de asıl fatura bizzat taraflarına kesilecek.  Bu gerçek karşısında ne halt yiyecekler anlamak mümkün değil!
Öyle okkalı bir yazıklar olsun demek geçiyor ki içimden… Ama çok uzun zaman inandığım şeyleri gözden çıkartamıyorum. Uğrunda mücadele ettiklerimin büyük bir yanlışa dönüştüğünü kabullenemiyorum. Sorunum kimseyle değil, kendimle; tamamen kişisel!
Biraz, çok değil; kötü, aşağılık, çıkarcı, tutarsız, dönek, şantajcı olmak istiyorum! Geldiğim noktayla gurur duymuyorum ama elimden geleni yaptığıma rağmen; üzülüyor olmak hatalarım olduğunu öyle bir bağırıyor ki bu sesi susturamıyorum. Aklımı esir almış olmalı!
Dün başka bir arkadaşla daha uzunca bir telefon görüşmesi yaptık. Gündemin bir numaralı kahramanı. Laf lafı açtı öyle şeyler sıkıştırdı ki araya; korkarım iyi ve güzel, düzgün olan her şeye inancımı tümden yitireceğim.
Aslında bizim mesleğin temelinde kuşkuculuk ve sorgulama yatar. Benim iyi bir gazeteci olmadığım ve olamayacağım buradan da anlaşılıyor aslında… Direniyorum ama nafile… İnsanların söylediği şeyin doğru olduğunu esas almak bizim meslek açısından tam bir beceriksizlik ve aptallık.
Çivisi çıkmış dünyada, pisliğe bulanmış siyasetin içinde temiz gazeteci! Evet, siyasetçilerin, kamu adına hareket edenlerin hatalarını yazmaktan, dönüp kendi yaptığıma bakmayı epey ihmal etmişim. Hatırlamama vesile olanlara teşekkür borçluyum.
Başlık itibariyle ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak üzerine bir algı veya hareket noktası oluştu ama inadım inat inanmadığım hiçbir şeyi yapmayacağım ve savunmayacağım. Gerekirse bu işten vazgeçerim ama doğru bildiğimden geçemem, geçmem…
Arada sırada inandığınız, güvendiğiniz insanları bir yoklayın… Körü körüne iş yapmayın! Tecrübe konuşuyor.
Benim aklım bana yetmiyor ama huylu huyundan vazgeçmiyor işte!
Kusursuz değilim, hatalarım da boyumu aşmış anlaşılan... Farkına varmak çok acı!

YORUM YAP