“Ben Malala, kitabının tanıtım ön sözünde “Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız" diye başlıyor. Taliban kuvvetleri Pakistan'ın Svat Vadisi'ni kontrol altına aldığında, küçük bir kız hiç korkmadan düşüncelerini dile getirdi. Malala Yusafzay susturulmayı reddederek eğitim hakkı için mücadeleye girişti.
9 Ekim 2012 Salı günü, 15 yaşındayken, neredeyse bunu canıyla ödüyordu. Okul servisiyle eve dönerken, yakın mesafeden açılan bir ateşle başından vurulmuştu.
Malala'nın mucizevi şekilde hayatta kalıp iyileşmesi, onu Kuzey Pakistan'daki ücra bir vadiden New York'taki Birleşmiş Milletler binasının koridorlarına uzanan olağanüstü bir yolculuğa çıkardı. Malala 16 yaşında, barışçıl protesto eylemlerinin dünya çapında sembolü ve Nobel Barış Ödülü'nü kazanan en genç isim oldu.”
Ya, Nadia'nın “Son Kız, Esaretimin Hikayesi ve IŞİD'le Mücadelem” kitabı için Zülfü Livaneli'nin "Bu kitap mürekkeple değil kanla yazılmıştır. Yazarın kendi kanıyla" derken bir kadının öteki inançtan olmasından kaynaklı, yaşanmış acılarını bir tokat gibi insanlığın yüzüne çarpıyordu.
“Nadia henüz yirmi bir yaşındayken, 15 Ağustos 2014 günü bu kendi halindeki yaşamı bir anda sona erdi. IŞİD militanları köyünde yaşayan halkı katletti: Erkekleri ve seks kölesi olamayacak kadar yaşlı olan kadınları öldürdü. Nadia'nın annesi ve altı ağabeyi de öldürülenler arasındaydı ve bedenleri toplu mezarlara atıldı. Nadia, Musul'a götürülerek binlerce Ezidi kızı ile birlikte IŞİD'in köle pazarlarında satıldı.” Bu iki sembol trajediyi alın, hangi dini ve siyasi referansla olursa olsun dünyanın her yerinde aynı acılara ve zulümlere atılan yüzbinlerce kadının trajedisine ekleyin ortaya çıkan kötülüğü düşünebiliyor musunuz?
Nasıl oldu da 21. yüzyılın başında orta çağ aklının, hem de vahşeti böylesiyse dramatik bir şekilde ortaya çıktı? Bu sorunun elbette birçok cevabı var. Demokrasi çağı diye yoksul halklara dayatılan emperyalist aç gözlülük, 19. Yüzyılın köle tacirliğinden geriye süre gelen kötücül damarın günümüze uyarlanmış barbarlığı, ortaçağın din tarım ideolojisini de tetiklemesi kaçınılmaz oldu.
İnsanlığın tarihinde egemen güçlerinin güç, iktidar ve servet uğruna işledikleri suç ve cinayetleri kimileri övünç, kimisi lanetle anarak okuyor ve öğreniyoruz. Ne amaçla olursa olsun masumların kanı, gözyaşı ve çilesi üzerinde kurulmuş her zafer insanlığın tarihine kara bir leke olarak kazınmıştır bence!
Yaşadığımız zaman diliminde alıntıladığım iki kitapta anlatılan zulmün sembol olması bakımında her insanım diyenin yüzünü kızartacak pandoradan çıkan iki utanç hikayesidir. Birileri çıkıp “Bu trajediler sadece “İslam” coğrafyasında mı var?” diye sorabilir. Haklıdır da. 2 Mayıs 2014'te Ukrayna'nın Odessa kentinde Kiev hükümet yanlısı, ırkçı Sağ Sektör grubu üyeleri sendika binasını ateşe verdi. 39 işçi yaşamını yitirdi. 40 kişi yaralandı. Kentte Cuma gününün toplam bilançosu 42 ölü oldu. (Ne kadar tanıdık değil mi?) Üstelik Ukrayna parlamentosunda “kızılları geberttik” diye kutlama yaptılar. O günden beri süre gelen Ukrayna- Rusya savaşında yurdunu terk etmek zorunda kalmış yüzbinlerce insan, tecavüze uğramış kadınlar, kaybolanlar, kaçırılanlar, annesinden süt emerken evlerine düşen bir bombayla parçalanan bebek ve çocuklar. Srebrenitsa Soykırımı, Halepçe'nin utancı hala canlıyken.
Hangisini ansak diğerine haksızlık olacak kanlı, kirli bir geçmişin içinde suçlu bulmak kolay ama sadece insana özgü, “düşünen ve konuşan” tür olarak silah yerine “dili” kullanmak neden zor? İnsanlığın ortak değerleri “Hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, kendi kendine yeterli olma hakkı, barış için de kendisiyle ve doğalıyla barışık yaşam hakkını kullanmak neden bu kadar zor? Savaş, kırım, yıkım, neden olağan bir durummuş gibi sunuluyor? Sorular çok, cevaplar hep savaşlara ve kırımlara çıkıyor! “Savaşlarda bunlar olur” alçak savunması gibi. Kendine hak olanı, ötekine tanımayan, ötekinin zayıf ve güçsüz halinden yararlanıp saldıran ya da azmettirip bundan iktidar ve kahramanlık çıkarmak anlaşılırda, dünyanın neresinde olursa olsun efendileri adına övünç çıkaran halkların “düşkün, travmatik kompleksini” anlamıyorum.
Hele de iletişimin bu kadar yaygın olduğu bir çağda! Bir yandan yapay zekâ, diğer yandan ilkel barbarlık! ABD gibi bilim ve teknolojinin en çok geliştiği bir kıta devletinde seçilen başkanlara bakınca dünden daha çok korkuyorum insanlık adına. Rusya'nın sosyalizmden sonra ortaya çıkan modern Çar'ı da cabası.
Suriye'nin harap olmuş şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde on üç yıldan beri ne yaşandı? Herkes gördü. Dünyanın her yerindeki şehirlerinde, kasabalarında, köylerinde bir Suriyeliye rastlarsanız şaşırmayın. Tarafı, sebebi, karar vericisi olmadıkları kanlı kirli bir savaşın kurbanlarıdır onlar. “Gidin ülkenizde savaşın” diyenler ya vicdansızdır ya da kör cahil ırkcı! Savaşı reddettiği için evini, işini, anılarını, yurdunu terk etmek zorunda kalmış insanlara hangi kimlikten olursa olsun ancak saygı duyulur.
“Şeriat hükümleri yürürlüğe girdi. Kadın yargıçlar görevden alındı. Başı açık kadınlar cezalandırılacak. Ahlak polisleri göreve başladı.” Fetvalarının havada uçuştuğu bir iktidar oluşumunda hangi insana “dön” diye bilirsin? Sen olsan döner misin? Tabi o ideolojiyi benimsiyorsan başka. O, zaten sen git demesen de gider.
“Bu bir rüya,” diye fısıldadı Rabia kendi kendine. Ama rüya bitmedi. Ağıtlar yükseldi, mezarlar birer birer açıldı. Bir kadın, bileklerindeki zincirlerin arasında durarak şunları fısıldadı: “Kardeşim, uyan; eğer uyanmazsan, hepimiz kaybolacağız.”
Rabia gözlerini açtığında ter içindeydi. Mahzenin nemli karanlığında yalnızdı. Ama rüyadan kalan o ses, zihninde yankılanıyordu. “Kardeşim, uyan”.
Sabahın ilk ışıklarıyla mahzenden çıkıp sokaklara karıştı. Şehir suskundu, koca şehir de yıkıntılar arasında adeta her şey donmuş gibiydi. Ama bir köşe başında, gizlice başörtüsünü çıkaran bir kadını gördü. Kadın, Rabia'ya ya döndü ve fısıldadı: “Bizi uyandıracak bir şey yapmalıyız. Yoksa sonsuza kadar bu sessizlikte kaybolacağız.”
Rabia hüzünle güneşin ufukta görünen kızıllığına bakarak “yağmurdan kaçarken, doluya tutulduk” diye inledi. Kadim Şam şehrinin iki adım ötesindeki İsrail tanklarının homurtusuna sırtını dönmüş kara sakallı adamların zafer kutlamasına arkasını dönüp güneşe doğru yürüdü.