Silivri Belediye Meclisi'nin 1 Eylül 2025 tarihli oturumunda, gündemin en sıcak konusu Çanta'ya yapılmak istenen çimento fabrikasıydı. Belediye Başkanı Bora Balcıoğlu, meclis kürsüsünde sert ifadelerle konuştu: “Bu firma babamın oğlu değil. Kralı gelse tanımam. İlçeye zarar verecekse karşısında dimdik dururum.” Bu sözler, ilk bakışta halka güven veren bir duruş gibi görüldü. Ancak konuşmanın bütününe bakıldığında Başkan, aslında ruhsatı verdiğini ve bundan geri adım atmayacağını da net biçimde ortaya koydu.
Üstelik karşı çıkanları “manipülasyon, paravan, haber göndericiler” gibi kelimelerle hedef aldı. Yani kürsüdeki sözler, halkı savunmaktan çok, verilmiş ruhsatı savunmaya dönük hamasi bir dil taşıyordu.
Aynı gün, meclis kapanınca Başkan'ın makam odasında farklı bir tablo ortaya çıktı. Silivri Çevre Derneği ve vatandaşlar rapordaki çelişkileri belgeleriyle ortaya koydular. “Bu sadece öğütme değil, klinker üretimi de içeriyor; yani tam anlamıyla bir çimento fabrikasıdır” dediler. Başkan ise belgeleri görünce şaşkınlık yaşadı: “Bu evraklar raporun içinde mi gerçekten?”
Ve daha da önemlisi şu itirafta bulundu: “Onay sürecini bir ay beklettim. Şirket aradı; ‘geciktirirseniz hakkınızda yasal işlem başlatırız' dedi. Ben de yazışmaları yapıp imzaladım.” Bir soru daha soralım: “Bu baskıyı parti örgütünüzün kademeleriyle, meclis grubunuzla, Silivri Belediye Meclisiyle ve Silivri halkıyla paylaştınız da; yalnız mı bırakıldınız?”
Bu itiraf, meclisteki “geri adım atmam” söylemiyle çelişiyor. Çünkü gerçek şu: Belediye, şirket baskısı altında karar vermiş. Halkın yanında durmakla övünen Başkan, fiilen şirket tehdidine boyun eğmiş. Şimdi sorulması gereken soru nettir: Silivri'de belediye kararları halkın %60 iradesiyle mi, yoksa şirket baskısıyla mı alınıyor?
Çimento fabrikasının Proje Tanıtım Dosyası'nda; yıllık 990 bin ton çimento üretimi, yüksek toz ve emisyon riski, günde onlarca ağır vasıta trafiği, 150-200 metre mesafedeki yerleşimlere doğrudan etki gibi gerçekler yazılı. Yani bu tesisin çevresel etkileri hafife almak bir yanılsama değilse, Silivri halkına geçmişte ne kadar kahraman çevreci olduğunuz hamasetini anlatsan ne anlatmasan ne?
Bu noktada bizlere düşen görev, sloganların ötesine geçip gerçeğe bakmaktır. Eğer gerçekten “kralı gelse tanımam” deniyorsa, o zaman şirketin tehdidi karşısında da dimdik durulmalıydı. Eğer gerçekten “halkın yanındayım” deniyorsa, zaman geçmiş değil o zaman ÇED raporundaki çelişkiler ortaya çıktığında süreç yeniden tarafsız bilimsel işin liyakatine sahip kurumlarca incelenir, hazır İBB de daha ruhsatı onaylamamışken ki başkan öyle diyor. İnşaat ruhsatı durdurularak yeniden değerlendirmeye alınır. ÇED raporunun içine serpiştirilmiş bütün zararlar faydalar ortaya çıkar.
Öte yandan Silivri Belediye Meclisi muhalefet sıralarında oturan parti temsilcileri “ Silivri İlçe Teşkilatları'nın” başkanlarının Silivri basınında ve sosyal medyada yayınladıkları “Basın Bildiri ve Açıklamalarının“ içeriklerinin çok gerisine düşen bir performansla, sanki zimmi bir anlaşma yaparlarmış gibi geçiştiren konuşmalarla yetindiler.
Halbuki ilçe başkanlarının çok kararlı gibi görünen duruşlarından sonra en azından bir “araştırma önergesi “ ile yeniden incelenmek üzere ruhsatın durdurulmasını talep edebilirlerdi. Eh tabi mesele üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olunca, bu kadar oluyor! Güya sol ve çevre konusuna duyarlı halk güçlerini kendi içlerinde birbirine düşürerek küçük hesaplara girmek olabilir mi? Kimsenin niyetini olmak gibi bir derdim yok ama toplumsal çelişkilerin tavan yaptığı bir dönemde, insanız her şey oluyor bu ülkede! Öyleyse yanılıyorlar konu “yerdeki karıncanın, gökteki kuşun, doğmuş ve doğacak olan canın hakkı” olunca sadece insanlığın izinden gidenler kalıyor geriye!
Bu nedenle talebimiz odur ki; Silivri halkının tercihi duygusal değil, bilinçli olmalıdır: Ya şirketlerin baskısıyla verilen kararları kabullenmek, ya da hukuki yollarla, demokratik itirazlarla ve dayanışmayla kendi yaşam alanına sahip çıkmaktır.
Benim kanaatim şudur: Doğa, tarım, çocuklarımızın sağlığı ve demokrasinin onuru bir şirket tehdidine kurban edilemez. Halkın gerçek gücü, kendi örgütlü iradesidir. Hak, Hukuk ve Adalet'in kapısı girmek isteyene budur.
Bir tohumun filizlenmesi, bir nefesin alınması, bütün servetlerden değerlidir. Çünkü insan yaşamak için önce hava, su ve ekmek ister; beton değil. Çimentonun yenmeyeceğini bilmeyenler kendi tercihlerinde boğulsalar, yalnız kendilerinin çöküşü olurdu. Ama bu kıyıma rıza, bu topraklara, doğaya ve doğacak kuşaklara yapılmış en basit haliyle bir zulümdür.