İnsanın içinde bir yol vardır; görünmeyen,
ama hep yürünmek isteyen bir yol…
Bu yolun başında çoğu zaman zihin vardır.
Sorular sorar, yollar arar, ihtimalleri hesaplar.
“Şunu da mı yapsam?”
“Peki ya eksik kalırsa?”
“Ya yeterince iyi değilse?”
Zihin bu soruları birer içsel yankı gibi üst üste bindirirken, beden çoktan harekete geçmiş olur.
Planlanmış bir iş, yetiştirilecek bir sorumluluk, ardından gelen bir diğeri ve bir diğeri…
Derken hayat bir koşuya döner.
Koşuyorsundur, ama nereye gittiğini bilmeden.
Bu noktada insan çoğu kez bir şeyi fark etmez.
Ruh sessizleşmiştir.
Oysa ruh yön verendir.
Zihin ister, beden yapar; ama yönü ancak ruh verir.
Ve yönsüz bir hareket, sadece çırpınıştır.
Zihnin sesi arttıkça, beden daha çok yorulur.
Ve ruh, kendine kulak verilmediğinde, fısıltılarını geri çeker.
İşte o zaman insan garip bir boşluğa düşer.
Yaptıklarının çokluğu içinde, neden yaptığını unutmuş bir hâlde…
Kalabalıklar içinde yalnız, başarılar içinde yorgun, koşuşturmalar içinde anlamsızlaşmış…
Dur ve sor kendine.
“Ben neden buradayım?”
Bu sorunun cevabını ne ajandan, ne yapılacaklar listenden, ne de başkalarının gözlerinden alabilirsin.
Bu cevap, yalnızca içindedir.
Ama o cevaba ulaşmak için önce zihnin susması, bedenin yavaşlaması ve ruhun konuşmasına alan açılması gerekir.
Bugünün insanı çok şey yapıyor ama çok az şey hissediyor.
Çok konuşuyor ama az duyuyor.
Çok plan yapıyor ama neden yaşadığını bilmiyor.
Çünkü yön kaybolduğunda, hayat bir hedefler yığınına dönüşüyor.
Oysa insan, sadece hedefleri olan bir varlık değildir; yönü olan bir ruhtur.
Zihin, geçmişin tortularıyla ve geleceğin endişeleriyle doludur.
Beden, alışkanlıkların ritminde hareket eder.
Ama ruh, şimdide yaşar.
Ve ruh, ancak dikkatle, farkındalıkla, içe dönerek duyulabilir.
Bana göre asıl başarı;
ruhun sesine sadık kalarak yaşamayı öğrenmektir.
Ne kadar çok şey başardığın değil,
ne kadar yerinde ve derin yaşadığındır asıl ölçü.
Ne kadar koşturduğun değil,
neden yürüdüğündür önemli olan.
Bu yüzden belki de en büyük adım,
bir şeyler yapmak değil, durmak ve duymaktır.
Şimdi, bu satırları okurken bir an durmanı istiyorum.
Ve kendine sormanı:
“Şu an beni kim yönetiyor?”
Zihnimin bitmek bilmeyen sorguları mı?
Bedenimin otomatikleşmiş koşturmaları mı?
Yoksa ruhumun o derin, sessiz ve sarsıcı çağrısı mı?
Eğer bu sorular sende bir kapı araladıysa…
O kapının ardında, okunmayı bekleyen bir bilgelik var:
Senin hayatın.
Senin iç sesin.
Senin ruhun.
Ve bu kapıdan birlikte geçebiliriz.
Okuma eğitimi, sadece metinleri değil; hayatı, duyguyu, sesi, niyeti ve yönü okumayı öğretir.
Çünkü ruhun dili, satırlarda değil; satır aralarında konuşur.
Hazırsan, bu yolculuk seni bekliyor.
Kapı aralık.
Yeter ki sen duymak iste.