Hakikat, her zaman “an”ın içindedir.
Çünkü zaman, saatlerde değil; ruhun derinliğinde saklıdır.
Anda kalmak; popüler bir öğreti değil, hakikatin kendisidir.
Çünkü an, ruhun mekânıdır.
Ne geçmişin yükünü taşır,
ne de geleceğin korkusunu…
Ruhun ebedî doğası, sadece şimdiye tanıklık eder. Zihin geçmişte takılırken ya da gelecekte oyalanırken, ruh sadece an'da olur.
Ve an, ruhun ebediyete açılan kapısıdır.
Anda yaşamak demek, aslında ruhta yaşamak demektir.
Bu yüzden ruhla temas ettikçe zamanı tanır.
Anlar kıymet bulur. Ve sen o anlarda zamanla yarışmaz; onunla dost olursun.
Zaman, ruhumuzun iç ritmidir.
Dıştan bakıldığında saatlerin akışı gibi görünür. Ama içten, ruhun ritmiyle işler.
Ruh sıkışmışsa zaman geçmek bilmez; huzurluysa akar.
Zamanın en yüksek hakikati, ruhun halidir.
Yani, zaman, senin ruh hâline göre şekil alır.
Takvimde değildir, sende akar.
Ruhunla ne kadar temas hâlindeysen, zaman da o kadar derinleşir.
Ruhundan uzaklaştıkça zaman da yüzeyleşir, sıradanlaşır, boşa geçer.
Zaman, mülk ile melekût arasında gerilmiş bir perdedir.
Hem hakikatin doğrudan idrak edilmesini engelleyen, hem de idrakin kemale ermesi için lütfedilmiş bir sırdır. Sırlar aşikârdır ama görebilene. Zamanı idrak edene.
Ruh zamansızdır.
Çünkü melekûtla irtibatlıdır.
Ezelî nefesin taşıyıcısıdır.
Allah'ın “Ol” emrinden nasiplenmiş nefestir ve o nefes zamana sığmaz. Ne doğar ne ölür.
Geçmiş, şimdi ve gelecek onun için tek bir andır.
Ancak insan, mülk âlemine doğduğunda bu zaman perdesine dolanır.
Beden, zamanı deneyimleyen bir araç olur.
Bu da bir hikmettir.
Çünkü insan zamana tabi oldukça faniliğini tanır, aczi yetini görür ve her anın içindeki ilahi sırları fark etmeye başlar.
Ruhu maddede tutmak zamanı daraltır, Yaradan'a dönmek zamanı sonsuzlaştırır.
Ruhun yönü çok önemlidir bu yüzden.
Eğer ruh, Yaradan'a dönükse; zaman da genişler.
Sonsuzluğa açılır.
Ama ruh maddeye dönükse;
sınırlı olanla meşgulse,
zaman daralır.
Çünkü madde ölümlüdür, sınırlıdır, yoklukla kayıtlıdır.
Ruh ise Allah'tan üflenmiş, sonsuzlukla mühürlüdür, insanı sonsuzluğa götürür.
Ruhla yaşadığında zaman seni yönetemez.
Sen zamanı yönetmeye başlarsın.
Çünkü artık ruhun melekûtu,
mülkte yaşamaya başlar.
Her anı bir davet gibi duyar. Dakikalarda hikmeti, saniyelerde ilhamı, yıllarda vuslatı arar.
Zaman artık bir geçiş değil; bir genişliktir.
Zamana ruhla bakan bir insan için geçmiş, pişmanlık değil; hikmettir.
Gelecek kaygı değil; teslimiyettir.
Şimdi ise ebediyetin kapısıdır.
Çünkü ruhta yaşamak demek, “şimdi”nin sırrına ermektir.
Ve o insan bilir ki, her an Allah'tandır.
Her zaman diliminin içinde Allah'ın muradı tecelli eder.
Zamanla değil, zamanın sahibiyle dost olmak; zamanla kavga eden insanı, zamana dost kılar.
Telaştan sükûna, aceleden huzura, israftan kıymete geçirir.
Artık takvime değil, tevhide uyar.
Randevusunu insanlarla değil, Zamanın Sahibiyle yapar.
Çünkü bilir ki, vaktin içindeki en büyük yatırım, Allah'ın rızasını gözeterek geçirilen bir andır.
Peki senin zamanın nasıl işliyor?
Kalbin hangi vakitte?
Ruhun hangi anda?
Ruhun neredeyse,
zamanın da oradadır.
Geçmişte kalmış bir ruh için zaman hep orada donmuş kalır.
Gelecekte takılmış bir zihin için zaman hep gecikmiş olur.
Ama ruhta yaşayan, her anın içinde Allah'ın davetini duyar.
Zaman onunla derinleşir, genişler, anlam bulur.
Zamanın perdesi kalkar.
Mülk görünür, Melekût konuşur.
Ve insan, zamanın değil;
Zamanın Sahibinin dostu olur.