Ali Gülcü

Küçük adımlar

Erkan'ı gördüm, kara, kuru bir şeydi daha da zayıflamış. Olmadık bir sürü iş gelmiş başına, uzun süre yokmuş buralarda, çalışmıyormuş da. Eskilerden, aklımızda kalanlardan konuştuk ayaküzeri. Ne zamandır görmediğimiz arkadaşların kulaklarını çınlattık. Kimsesi kalmamış bir evin denize bakan pencerelerini andırıyordu gözleri. Perdeleri çekilmiş, tülleri sararmış, ince camları tutan çivileri paslanmış, macunları dökülmüş.

Göz göze gelirsem yalnızlığının en çıplak haliyle karşılaşacağımdan korktum!

Acıları sinmesin üzerime istedim.

Neşeli çocuktu Erkan!

Hoş, sanki o zamanlar bütün çocuklar neşeliydi.

Kahvehanenin önüne sırlanmış iskemlelerde oturan arkadaşlarının yanına döndü, ben eski pazar yerine doğru yürüdüm.

Ne değişmiş be arkadaş buralar!

Köşede bir terzi vardı, kapanmış, dükkan boş. Jilet gibi ütülü gömlek ve pantolonuyla, mezurası boynunda, kısa boylu, beyaz saçlı, beyaz bıyıklı bir adam geldi gözümün önüne.

“Poşeti masanın üzerine bırak, yarın akşamüstü alırsın.”

Görevini yerine getirmiş bir adam edasıyla çıkardım dükkandan, bilardo salonuna gider, kendi istekası olanların zenginliğine hayret ederdim.

Geçen gün başka bir şeye daha hayret ettim.

Bir arkadaş, arkadaşımın oğlu ve iki kankası oturmuş sohbet ediyoruz. Kulağında üç küpesi olan, kıvırcık saçlı delikanlıya “Robert De Niro'nun gençliğine benziyorsun” dedim. 

“Ağabey o kim?” cevabını verdi.

Bir an şaka yapıyor zannettim sonra baktım De Niro'nun gençlik fotoğrafını bulmuş internetten gösteriyor, “bu mu ağabey?”

Sleepers'tan bir kare, kahramanımız rahip o filmde.

Filanca üniversitede İngilizce işletme okuyormuş delikanlı, tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecektim ki, yutkundum.

Otuz yıl öncesine ait bir anı canlandı.

Genç kızla kafeteryada oturuyoruz. İlk ve son buluşmamız!

Havadan sudan, kitaplardan, filmlerden laflıyoruz. Kendimce kültürel bir alt yapım var o zamanlar!

Hangi erkek film oyuncusunu beğendiğini soracağım tuttu.

“Marcello Mastroianni!”

Bruce Willis, Tom Cruise, Dustin Hoffman ve daha niceleri var benim kayıtlarda fakat Marcello Mastroianni? Şimdiki gibi cep telefonları da yok ki, müsaade isteyip lavaboya gideyim, bazılarının şimdilerde yaptığı gibi ekşi sözlükten adamın yedi sülalesini öğreneyim.

Bilmiyorum kelimesi de heybemizde yok!

“Çok iyi oyuncu” dedim, sesim kısık çıkmış olabilir, oradan işkillendi zaten.

“Hangi filmlerini biliyorsun?”

Halden anlayan bir kız değil diye geçirdim içimden, kediyi döverken bile kapıyı aralık bırakmak lazım.

En sevdiği şair de Luis Borges olunca, “okumaz bu çocuk” hali çöktü üzerime “sanayiye verelim, kolunda altın bileziği olsun.”

Mahalle aralarında küçük adımlarla yürürken neden bilmem, Barbaros'ta duvara kırmızı boya ile yazılmış cümle geldi aklıma.

“Kim bu hayvanların yemek kaplarına tenezzül ediyorsa, iki yakası bir araya gelmesin!”

Kim bu kadar ince beddua edebilir diye düşünüp gülümsediğimi hatırlıyorum.

Henüz küfretmeyi öğrenmemiş bir çocuk belki?

İnsanların daha nelere tenezzül edebileceğini görmemiş, kendi güzel dünyasında yaşayan, o kadar masum biri belki?

Dünyadaki en büyük günahın sokak hayvanlarının kaplarının çalınması olduğuna inanan biri?

Öyle olsaydı keşke!

Haysiyet, kıyıya bağlanmış pancar motorlu kayığın ismi olarak kalmasaydı.

Hafta sonları hava çok soğuksa uykuyla uyanıklık arasında belgesel izliyorum, rüyalara yansıyan yan etkileri oluyor tabi!

Serengeti Ulusal Parkı'nda yaşlı fil diğerlerinden ayrılıyor, yeterince uzaklaştığına ikna olduğu anda yere bırakıyor kendini ve çok geçmeden ölüyor.

Akbabalar dönmeye başlıyor filin üzerinde sonra aslanlar geliyor. Aslanlar fili yerken sırtlanlar geliyor, yiyecek o kadar çok ki aslanlar oralı bile olmuyor. Akbabalar da iniyor. Ağaçların arasında başka bir fil görünüyor, karnını doyuran tüm hayvanlar kafalarını kaldırıp bir an için gelen file bakıyor ve ölü filin yanından uzaklaşıyor.

Hepsi aynı anda, hepsi ne yapacağını önceden biliyormuş gibi!

Gelen filin diğerlerini korkutacak herhangi bir tepkisi yok oysa. Veda eder gibi bir süre ölü filin başında bekliyor ve gidiyor.

Belki yalnızlığının en çıplak halini göreyim diye tesadüf etmiştim Erkan'a.

Belki acılarının üzerime sinmesi gerekiyordu?

 

 

YORUM YAP