1977 yılı… Dünya Soğuk Savaş'ın gölgesinde, nükleer savaş ihtimaliyle kıvranırken aynı zamanda en büyük hayallerinden birine de yelken açıyordu. İnsanlık ilk kez kendi gezegeninden çıkıp, sadece Güneş Sistemi'nin derinliklerini değil, evrenin geleceğini hedefliyordu. NASA'nın Voyager 1 ve Voyager 2 adındaki iki küçük sondası, yalnızca bilimsel keşif için değil, aynı zamanda insanlığın hikâyesini taşımak için fırlatıldı.
Bu araçların içine altın kaplama bir plak yerleştirildi: Golden Record. İçinde müzikler, selamlar, fotoğraflar, doğa sesleri vardı. Yani bir anlamda, bir uzay aracının en ağır yükü, elektronik devreler değil, insanlığın anlam arayışı oldu.
Bir Gezegenin Öz Portresi
Golden Record'un içeriğine bakıldığında, insanlığın kendine nasıl bakmak istediği görülür. Beethoven'ın senfonileri, Bach'ın eserleri, Chuck Berry'nin rock'n'roll'u, Afrika kabile müzikleri… Yanına bebek ağlaması, balina şarkıları, gök gürültüsü ve rüzgâr uğultusu.
Ve elbette 55 farklı dilde selamlar.
İngilizce: “Hello from the children of planet Earth.”
Arapça: “Size barış dileklerimizi iletiyoruz.”
Çince: “Size barış ve mutluluk diliyoruz.”
Akkadca: “Seninle barış olsun.”
Türkçe: “Selam. Size Dünya'daki arkadaşlarımızdan selamlar gönderiyoruz.”
Bu cümleyi, dönemin Birleşmiş Milletler çevresinde görevli bir Türk diplomatın eşi seslendirdi. Böylece Anadolu'nun sesi de yıldızlararası boşluğa karıştı.
Selamların metinleri aynı değildi. Her dil, kendi bakışını, kendi rengini kattı. Bu yüzden Golden Record, tek tip bir mesaj değil, insanlığın çok sesli korosuydu.
Gerçek mi, Hayal mi?
Ama burada bir çelişki vardı. Golden Record, Dünya'nın gerçeğini değil, Dünya'nın hayalini gönderdi. Savaşlardan, yoksulluktan, zulümden tek kelime yoktu. İnsanlık kendini olduğundan daha iyi gösterdi.
Bu durum Harari'nin “hayali düzenler” kavramını hatırlatır. İnsanlar yalnızca oldukları şeyi değil, olmak istedikleri şeyi de anlatır. Golden Record da bu yüzden, bir “öz portre”den çok, bir “ütopya”ydı.
Kozmik Zaman İçinde Bir Mektup
Voyager sondaları hâlâ yolculuk ediyor. Dünya'dan çoktan koptular, yıldızlararası boşluğa karıştılar. Bir gün uygarlığımız çökecek, şehirlerimiz yıkılacak, dillerimiz unutulacak. Ama Golden Record, milyarlarca yıl boyunca varlığını sürdürecek.
Bu, insanlık tarihinin en uzun ömürlü kültürel eseri olabilir. Piramitlerden, İncil'den, Shakespeare'den uzun yaşayacak. Çünkü Dünya üzerinde hiçbir şey bu kadar uzun ömürlü değil.
Aslında Golden Record, insanın en büyük kaygısına —ölümlülüğüne— verilmiş teknik bir cevaptır:
“Bedenimiz ölümlü olabilir, ama sesimiz yıldızların arasında yaşamaya devam edecek.”
Prki ya Voyager'ın Dayanıklılığı?
Peki bu küçük araç, nasıl hâlâ “hayatta”?
Voyager'lar uydu değil, uzay sondasıdır. Yörüngede dönmezler, Güneş Sistemi'nden kaçış hızına sahiptirler. Yaklaşık 720 kg ağırlığında, 3,7 metre çapında dev bir antenleri vardır. Görevleri Jüpiter ve Satürn'ü (Voyager 1), Uranüs ve Neptün'ü de (Voyager 2) incelemekti.
Enerji kaynağı olarak Plütonyum-238 içeren radyoizotop jeneratörleri vardır. Güneş'ten uzaklaştıkları için güneş paneli kullanamazlardı. Fırlatıldıklarında 470 watt üretiyorlardı; bugün (2025 itibarıyla) bu 150 watt'ın altına düştü. NASA her yıl bazı cihazları kapatarak sondaları “tasarruf modunda” tutuyor.
Yaklaşık 2030'da güç tamamen bitecek. Voyager'lar sessizleşecek. Ama gövdeleri ve plak, yıldızlararası boşlukta milyarlarca yıl süzülecek.
Yörüngesi ve Geleceği
Voyager'lar herhangi bir yörüngede takılı kalamaz. Jüpiter ve Satürn'ün çekim gücüyle sapan manevrası yaparak, Güneş Sistemi'nden kaçış hızını kazandılar.
Voyager 1 şu an Güneş'ten yaklaşık 24 milyar km uzakta. Saatte 61.000 km hızla ilerliyor.
Voyager 2 biraz daha geriden geliyor.
Yıldızlararası boşlukta ilerleyen bu araçlar, önümüzdeki on binlerce yıl boyunca yakın yıldızların yanından geçecek. Hesaplara göre Voyager 1, yaklaşık 40 bin yıl sonra “Gliese 445” adlı bir kırmızı cüce yıldızın yakınından geçecek.
Yani aslında bu araçlar, bizim uygarlığımızdan çok daha uzun süre yolculuğa devam edecek.
İnsanlığın Sonsuzlukla Pazarlığı
Golden Record'un asıl büyüsü, evrene gönderilmiş bir mesaj olmasında değil, insanın kendi varoluşuna verdiği cevap olmasındadır.
Belki hiçbir uygarlık o plağı bulmayacak. Belki sonsuz boşlukta kaybolacak. Ama mesele bu değil. Asıl mesele şudur: İnsan, kendi hikâyesini anlatma ihtiyacını yıldızların arasına taşıdı.
İnsanı insan yapan şey, hikâyeler yaratma yeteneğidir. Mağara resimleri, destanlar, kutsal kitaplar, dijital kodlar… Ve şimdi, yıldızlara gönderilmiş bir plak.
Golden Record aslında evrene değil, kendi yalnızlığımıza gönderilmiş bir mektuptur. Ve bu mektubun ilk cümlesi şudur:“Merhaba. Biz Dünya denen küçük bir gezegenden geliyoruz. Biz, hikâye anlatan varlıklarız.”