Oğuzhan Hasdoğru

Bilinmezliğin peşinde insan

İnsanlığın hikâyesi, aslında bilinmezliğin peşinde koşmaktan ibarettir. Her keşif, bizi daha büyük bir bilinmezliğe götürür. Evrimsel geçmişimiz boyunca bizi ayakta tutan şey yalnızca hayatta kalma içgüdüsü değildi; aynı zamanda zihnimizin durmak bilmeyen sorularıydı.

Peki, neden varız? Belki de evren, kendisini anlamaya çalışan bilinçli varlıklar yaratacak şekilde evrildi. Biz de bu çabanın sonucu olarak sahnedeyiz. Evrim biyolojisi bize, her şeyin temelinde hayatta kalmak ve üremek olduğunu söylüyor. Fakat zihnimiz neden bununla yetinmiyor? Neden sürekli daha fazlasını sorguluyor?
İşte burada bilincin evrimsel paradoksuyla karşılaşıyoruz. Dil, sanat, müzik… Bunların hiçbiri doğrudan hayatta kalmak için gerekli değil. Ama yine de insan beyninin merkezine yerleşmiş durumda. Şu an dinlediğiniz bir müziğin, genlerinizin aktarımına nasıl hizmet ettiğini açıklamak zordur. Belki de sanat, fazla gelişmiş bir bilincin kendi varlığını sürdürme stratejisidir.
Kelimeler, zihnimizde olup biteni anlatmakta yetersiz kalıyor. Yine de onlara mahkûmuz. Tıpkı milyarlarca yıldır bu gezegenin dönüşümüne mahkûm olduğumuz gibi. Kıtalar kayıyor, okyanuslar doğup yok oluyor, fakat bilinç dediğimiz şey bu kısa an içinde varlığını sürdürmeye çalışıyor.
İnsan, kuarklardan atomlara, moleküllerden canlı organizmalara uzanan uzun evrimsel zincirin son halkasıdır. Şu anda bildiğimiz kadarıyla, bu evrenin en gelişmiş bilinç formuyuz. Yine de bütün bir tür olarak 200.000 yıllık varlığımız, kozmik takvime vurulduğunda yalnızca bir göz açıp kapayıncadır.
Tanrılara sığınarak huzur arayan da var, bilime yaslanarak kaosu anlamlandırmaya çalışan da. Ama nihayetinde her duygu, her düşünce, her sanat eseri—tıpkı açlık ya da susuzluk gibi—bir ihtiyacın ürünüdür.
Sonuçta hayat, evrenin kısa süreliğine insan formuna bürünmesidir. Ve biz, bilinmezliğin peşinde sürüklenen bilinçli varlıklarız.

YORUM YAP