Bundan yirmi yıl önce, Türkiye'de “Yapay Zekâ Mühendisliği” diye bir bölüm yoktu.
O yıllarda bilgisayar mühendisliği yeni yeni popülerleşiyor, teknoloji denilince akla sadece bilgisayar laboratuvarları geliyordu.
Bugünse neredeyse yapay zekânın dokunmadığı alan kalmadı.
Sağlıktan hukuka, eğitimden sanat dünyasına, spora kadar her yerde algoritmalar, veri analizi ve dijital akıl var.
Bu dönüşüm bize önemli bir gerçeği hatırlatıyor:
Gelecek, bugünün bildiği kalıplarla şekillenmeyecek.
Dolayısıyla bugün üç-dört yaşında olan bir çocuk, yirmi yıl sonra belki de bizim hayal bile edemediğimiz bir mesleği seçecek.
“Veri psikoloğu”, “etik algoritma denetçisi”, “dijital hafıza tasarımcısı” ya da “biyoteknolojik zihin mühendisi” gibi isimler kulağa tuhaf geliyor olabilir ama bundan yirmi yıl önce “yapay zekâ etikçisi” de öyle geliyordu.
Pek çok anne baba, farkında olmadan çocuklarını aslında geleceğin değil, kendi geçmişlerinin dünyasına hazırlıyor.
“İyi bir lise, iyi bir üniversite, sonra iyi bir meslek” zincirini hâlâ geçerli sanıyorlar.
Oysa artık bu zincir eskidi.
Dünya, meslek değil beceri çağına geçti.
Bugün bir çocuğu tek bir mesleğe hazırlamak, onu geleceğe dar bir koridordan yürütmek demek.
Çünkü o meslek, o çocuk mezun olana kadar büyük olasılıkla dönüşecek, değişecek ya da kaybolacak.
Bu yüzden asıl görev, çocuğu hayata hazırlamak, yani onun güçlü, esnek, üretken, düşünebilen bir birey olmasını sağlamak.
Çocuk gelişimi benim penceremden dört ayaklı masa olmalı.
Bunlar, akademik gelişim, kültürel gelişim, sosyal gelişim ve iletişimsel gelişim.
Masanın sağlam olması için sadece bir ayağın güçlü olması değil, her birinin dengede olmasıdır.
Akademik ayak, bilgiye ulaşmayı, araştırmayı ve düşünmeyi öğrenmek. Ezber değil; öğrenmeyi öğrenmek demektir.
Kültürel ayak, sanatı, müziği, tarihi, sporu, edebiyatı tanımak, belli seviyede bilmek demektir.
Bu yönü gelişmeyen bir kişi sosyal ve iletişim olarak bir temele maalesef sahip değişdir demektir.
Sosyal ayak ise, ekip olmayı, paylaşmayı, sorumluluk almayı öğrenmek.
Yalnızca bireysel değil, toplumsal bir bilinçle hareket etmek ile ifade edilebilir.
Sadece bireysel bir yolculuğun ciddi bi yalnızlaşmaya neden olacağını tahmin etmek zor değil.
Ve son olarak iletişimsel ayakta kişinin kendini ifade edebilmeyi, dinlemeyi bilmesi, farklı düşünenlerle empati kurabilmeyi öğrenmesi anlamına gelir.
Günümüzün en büyük becerisi, yalnızca ne bildiğin değil,bunu nasıl anlattığındır.
Biliyoruz ki bir ayağı kısa kalan masa sallanır.
Ve nasıl sallanan bir masada yemek yemek rahatsızlık veriyor ise, sallanan bir insanda toplumda beklediği kabulü göremez.
Demek istediğim, sadece akademik olarak başarılı ama sosyal açıdan eksik bir çocuk, yalnız kalır.
Kültürel derinliği olmayan bir çocuk, özgün düşünce üretemez.
İletişim becerisi gelişmemiş bir çocuk ise bilgiyi paylaşamaz.
Hiçbirimiz geleceğin mesleklerini kesin olarak bilemeyiz.
Ama bir şeyi çok iyi biliyoruz:
Kendini tanıyan, düşünen, üreten, iletişim kurabilen çocuklar, hangi dönemde yaşarsa yaşasın güçlü olacak.
Bu nedenle anne babaların rehberliği, çocuğu “mühendis” ya da “doktor” yapma hedefinden çok, “kendine güvenen, öğrenmeyi seven bir birey” haline getirme hedefiyle şekillenmelidir.
Belki yirmi yıl sonra, bugünkü çocuklar insan beynine kod yazacak, duygularla çalışan makineler geliştirecek, sanal dünyalarda şehirler kuracaklar.
Ama onların başarısını belirleyecek olan, hangi mesleği seçtikleri değil; nasıl bir insan oldukları olacak.