Şahin Dirik

Sağ ve Sol kavramları geçerliliğini yitiriyor mu?

Sağ ve sol gibi kavramların artık eskisi kadar net ayrımlar yaşamadığını, zıt görüşlü insanların bile zaman zaman ortak paydada buluştuğunu görebiliyoruz. İdeoloji fanatiklerinin kahvehane taradığı, sokakları kuşatıp karşıt ideolojiden insanların girmesine izin vermedikleri “kurtarılmış bölge” ilan ettikleri günler çok geride kaldı. Mesela CHP gibi bir parti birkaç yıl öncesine kadar MHP, şimdilerde ise İYİ Parti gibi partilerle birlikte Cumhurbaşkanı Çatı Adayı çıkaracak kadar, ittifak kuracak kadar yakınlaşabiliyor. Onu geçtim Saadet Partisi gibi taban tabana zıt olduğu bir partinin milletvekili adaylarına bile baraja takılmamaları adına listelerinde yer verebiliyor! ANAP kökenli Ekrem İmamoğlu ve MHP kökenli Mansur Yavaş CHP'nin büyükşehir adayları olarak girdikleri seçimleri pekâlâ kazanabiliyorlar… Bunlar da ister istemez akıllara sağ ve sol gibi iki ana ideoloji başta olmak üzere, bu tür kavramların geçerliliklerini yitirmeye başladığı düşüncesini getiriyor.

Öncelikle sağ-sol kavramlarının nereden çıktığını hatırlayalım… Modern tarihin birçok unsurunu Fransız İhtilali'ne bağlayıp işin içinden sıyrılıyoruz gibi görünse de evet gerçekten sağ-sol meselesi de bu ihtilale dayanıyor. Fransa'da 1789'da ihtilalden evvel toplanan ve sonrasında da varlığını devam ettiren bir ana meclis vardı. Doğal olarak mecliste farklı kesimlerden ve ideolojilerden üyeler mevcuttu. Cumhuriyetçiler, radikaller, monarşi taraftarları, meşrutiyetçiler, muhafazakârlar, çiftçiler, din adamları, soylular vesaire. Bu meclis 30 Eylül 1791'de, yeni bir anayasa yaptıktan sonra kendisini Yasama Meclisi (Assamblée Législative) ilan etti ve yönetimi fiilen ele aldı. Devrik kral XVI. Louis ve eşi Marie Antoinette henüz gözetim altındaydılar. Mecliste farklı gruplaşmalar oluşmuştu. Jacobin diye anılan bir grup gerçekten dikkat çekiciydi. Radikal görüşleri vardı ve yönetimi ele aldıklarında kral ve eşini yargılayıp giyotinle idam ettiler. İşte meşhur sağ sol kavramı da Fransa'nın bu meclisinde, benzer ideolojiye sahip vekillerin oturma şeklinden ortaya çıktı.

Şöyle ki meşrutiyetçiler yani kralın yerinde kalmasını fakat bir meclisle yönetimi paylaşmasını savunanlar sağ tarafta oturuyorlardı. Muhafazakârlardı ve radikal değişim taraftarı değillerdi. Solda ise cumhuriyet taraftarı ihtilalciler vardı. Bunların özelliği, grup olarak ortak bir karar alıp onun etrafında birleşebilme marifetleriydi. Kralın tarihe karışmasını arzuluyorlar ve cumhuriyetin ilanını istiyorlardı. Fransız Devrimi sırasında bu şekilde sınırları çizilen sağcılık ve solculuk kavramları ilerleyen yıllarda gelişim gösterdiler.

19. Yüzyıl boyunca özellikle Avrupa'da bu fikirleri benimseyip geliştiren birçok düşünür, bilim insanı ve siyasetçi ortaya çıktı. İhtilalin ideolojisinin Türkiye'ye tesiri ise hem geç hem de oldukça yavaş bir süreç olarak kendini gösterdi. Türkiye'de 19. Yüzyılın sonlarında ilk örnekleri görülmeye başlanan sağ-sol ideoloji farklılıkları ancak 20. Yüzyıl ortalarında yaygınlaşacaktı. Türkiye'de Sağ ve sol kavramları 1960'tan sonra sıklıkla kullanılmaya ve içerisi doldurulmaya başlanmıştır. Nitekim bu tarihten sonra faaliyete geçen Adalet Partisi'nin 1980'e kadar sağın en güçlü temsilcisi olduğunu söylemek mümkün. Solda ise elbette her zaman olduğu gibi en güçlü CHP'ydi. Aslında o dönemin CHP'sinin solcu olarak tanımlanması daha çok cumhuriyetçi oluşuyla alakalıdır. Sağ-sol saflaşması 60'lar boyunca büyüme sürecini geçirdi ve 1970-80 arasında zirve noktasına ulaştı. 70'ler boyunca Türkiye, bu iki ideolojinin savaşıyla birçok vatandaşının ölümüne şahit oldu.

Şimdi ise 21. Yüzyıldayız. Her gün yeni bir bilgi edinebiliyoruz. Fikirlerimiz her an değişiyor. Dahası fikirlerimizi tek kaynaktan beslemiyoruz. Bu da ideoloji dediğimiz kavramın zamanla geçerliliğini yitirmesine yol açıyor. Zira artık en genel geçer doktrinler bile kendi içinde onlarca kola ayrılıyor, en zıt ideolojilerin bile bazı kolları birbirine benziyor.
Bugün toplumunuzda kendisini sosyalist, kapitalist, anarşist, fundamentalist vb. kavramlarla tanımlayan insanların hiçbirinin düşünceleri bu ideolojilerle birebir örtüşmüyor. Aynı ideolojiyi takip ettiğini belirten insanlar çok temel konularda zıt düşebiliyor. Bunun sebebi elbette çok fazla bilgiye ve kaynağa sahip olmamız. Bir de çok şey bildiğini sanıp aslında hiçbir şey bilmeyenler var, o ayrı konu…
Hali ile sağ ve sol gibi zıt kutup da pek kalmıyor. Yeri geliyor bir Türkçü ile bir Kürtçü, bir İslamcı ile bir seküler aynı paydada buluşabiliyor. Aynı şekilde x görüşüne sahip insanlar kendi içlerinde yüzlerce farklı fikir barındırabiliyorlar.
Sonuç: 21. yüzyılda artık toplumu, siyaseti ve düşünceleri sağ-sol sınıflandırmasına tutmak hayli yanlıştır. Bugün Türkiye siyasetinde dahi tam olarak sağ ve tam olarak sol şeklinde sınıflandırabileceğimiz partiler azalmıştır. Seçmen tercihlerinde de sağcı solcu ayrımından ziyade parti programı önem kazanmıştır. Elbette bunu eski kuşak için söylemiyorum, onlar alışkanlıklarını devam ettiriyor ancak yeni kuşak bu ayrımın -bilinçli veya bilinçsiz- çoktan dışına çıkmıştır. Son yerel seçimler de yeni kuşağın oy geçişkenliğine ne kadar müsait bir nesil olduğunu, eskiler gibi körü körüne hep aynı partiye oy atmak niyetinde olmadıklarını bize gösteriyor.
Sosyal demokrasi dediğimiz görüş aslında sağ ile solun biraz ortasında bir görüş. Kendisine sağcı diyen sosyal demokratlar olduğu gibi solcu diyenler de var. Zaten sosyal demokrasiyi hâlihazıra “vahşi kapitalizmin liberalizm ve insan hakları ile yumuşatılmış, sosyalizmin bir kısım yönlerini içinde barındıran karma bir ideoloji” olarak tanımlayanlar mevcut. Dolayısıyla sosyal demokrasi kavramı zaten başlı başına sağ ve solun birbiri içinde erimeye başladığını ortaya koyar.
Bugün bildiğimiz anlamıyla insan haklarını ortaya koyanlar liberaller. Hayır, sosyalistler bu konu ile ilgilenmedi demiyorum, bugün bildiğimiz anlamı ve öncelik sıralaması ile ortaya koyanlar onlar. Fakat ebetteki onlar sınırlı bir kitle için bu hakları öngörüyordu. Günümüzde insan hakları hemen hemen her ideoloji tarafından kabul edilmiş durumda. İslamcısı da seküleri de sosyalisti de liberali de insan haklarına sığınıyor yeri geldiğinde.
Emek ve sermayenin dağılışı konusunda da pek çok ara görüş çıktı. Sosyal demokrasi bunların en öne çıkanı ve belki de en ortada olanı. Bu dağılımın iki zıt uçta da savunucuları var. Lakin üzerinde uzlaşılan payda gittikçe büyüyor. Günümüzde kendisini seküler kapitalist, seküler milliyetçi, laik muhafazakâr, sosyalist İslamcı vb. kavramlar ile tanımlayan yığınla insan olması da artık sağ ve solun din veya muhafazakârlık olgusu üzerinde de geçerli olmadığını ortaya koyuyor. Özetlemek gerekirse; günümüzden insan sayısı kadar ideoloji var ve her biri kısmen sağ kısmen solda yer alan karma ideolojiler. Esas soru bence şu: ideolojiler bile böylesine bütünleşmekteyken bireylerin “ortak olmayan” paydaları çerçevesinde zıtlaşmaya bu kadar meyilli oluşu neden kaynaklanıyor?

YORUM YAP