Ali Gülcü

Mürşide

Dünya o kadar büyük değilmiş diye geçiriyorum içimden.

Gerçekten de dünyanın teee diğer ucunda bir kelebek kanat çırptığında bizim mahallede fırtına kopabiliyormuş.

Gece, sessiz.

Hoş gündüz de sessizdi. Rüzgâr siteyi çevreleyen çam ağaçlarını yokluyor. Ne şansız ağaçlar! Kökleri en fazla yetmiş santim daha derine inebilir, sonrası otopark.

Birazdan çöp kamyonu gelecek. Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp gürültünün uzaklaşmasını bekleyeceğim…

Masanın üzerinde Melih Cevdet Anday'ın Aylaklar adlı kitabı sırt üstü yatıyor, yorgun.

Şükrü Paşa konağının misafiriyim iki günlüğüne, yatılı geldim! Üç katlı, neredeyse yıkılacak, ikinci katta bir oda veriyorlar bana.

Leman hanımla oturuyoruz karşılıklı, keyfi yerinde olduğu zaman, bir iki tek atıyor, eski günleri anlatıyor. Ayakları yere sağlam basan, görmüş geçirmiş bir kadın. Ne de olsa paşa kızı.

Davut bey, Leman hanımın eşi, hayatı boyunca hiç çalışmamış. Baba parası yemiş tüm adamlar gibi proje adamı. Yuşa tepesine yüz metre boyunda bir heykel yaptırmak istiyor. Fatih Sultan Mehmet'in!

Muammerle iyi anlaşıyoruz. Avukat, hem İstanbul'un tüm meyhanelerini biliyor. Gündüz rakısı içiyoruz beraber, yanına lakerda, çiroz.

Bavulum elimde, gelecekten gelen Tanrı misafiriyim deyip çalmıştım kapılarını. Hiç şaşırmamışlardı nedense, şimdiye kadar bu eski konakta ben gibi kimler kimler kalmıştı kim bilir?

Roman kahramanları bizler gibi değil, yaşanmamışı merak etmiyorlar!

Bir gece herkes yatmış Mürşide ile bahçede oturuyoruz, yine sarhoş, elli yıl sonra ne olacağını anlatayım mı size diyorum, gülüyor.

Peki başınıza ne geleceğini bilmek istemez misiniz?

Yine gülüyor.

“Cadde-i Kebir'e iniyor musunuz?” diye soruyor. “İnerseniz beni de götürün lütfen, çok sıkıldım!”

Yanlış anlaşılırız diyorum içimden.

Olur, çıkıyor ağzımdan.

Bir roman kahramanını yemeğe çıkaramadıktan sonra?

Hem kim görecek!

Gölgelerin içinden bıyıklı, orta boylu bir adam çıkıveriyor, Mürşide de korkuyor, ben de. Alnı açık, bıyıklı, saçlarını geriye doğru taramış, şair duruşlu…

“Benim haberim olur” diyor, sonra elini uzatıyor. Melih Cevdet!

Ali ben de.

Mürşide'yi tanıştırmak üzereyken vazgeçiyorum, eskiden tanışıyorlar ya zaten!

“Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin” diyor uzaklaşmadan önce ardından ekliyor “Gitmeden Kadıköy'de Bahariye'de oturalım bir akşamüstü. Oktay Rıfat ve Orhan Veli de gelir…”

Garip! adamlarsınız, öyle de hatırlanacaksınız, diyorum. Duyuyor mu, duymuyor mu bilmem?

Önce konak, ardından bahçe, en son Mürşide kayboluyor.

“Lütfen unutmayın beni!”

Unutur muyum hiç!

Çöp kamyonu gidiyor, rüzgâr siteyi çevreleyen şanssız çam ağaçlarını yokluyor.

Gece sessiz.

Hoş gündüz de sessizdi…

Bir kelebek kanat çırpıyor teee uzak bir yerde, biz mahallede nefesimizi tutuyoruz.

Ben şimdi ıssız bir telgrafhane gibiyim…

YORUM YAP