Atatürk deyince gözümüzün önüne genelde savaş meydanlarındaki komutanlık dehası ve çağdaşlaşmayı hedeflediği köklü devrimler gelir. Bunlarla birlikte; eğitime, bilime ve sanata verdiği büyük önem, uluslararası barışı önceleyen vizyonu ve Türk milletinin bağımsızlığını ve egemenliğini koşulsuz teminat altına alan devlet adamlığı kimliği de zihinlerimizde belirgin bir şekilde canlanır. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü andığımız resmi programlarda da program içerikleri yine bu çerçevede şekillenir.
10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü'ne özel kaleme aldığım bu yazıda, alışılmış çerçevenin dışına çıkarak Atatürk'ü bu kez farklı bir bakış açısından, bir holding yöneticisinin operasyonel zekâsıyla mercek altına alıyorum.
Atatürk günümüz dünyasında operasyonel anlamda bizzat bir ‘holding' yönetseydi şayet nasıl yönetirdi? Günümüzün küresel rekabet ortamında faaliyet gösteren, vizyoner bir şirketin patronu olsaydı yönetim felsefesi nasıl şekillenirdi?
Bu arada, Atatürk kendi döneminde kurucu ortak olduğu, vizyoner liderlik yaptığı ve örnek işletmeci olduğu 40'ı aşkın kurum ve şirket olmakla birlikte sermaye koyduğu şirketlerde dahi -Atatürk Orman Çiftliği hariç- operasyonel anlamda ‘bizzat' yöneticilik yapmamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biriyse ‘Cumhurbaşkanı' olmasının da etkisiyle; bu kurumların siyasi baskıdan uzak, profesyonel bir kurum olarak ülkenin menfaati için gelişmesini sağlamak maksadıyla olduğunu söyleyebiliriz. Atatürk Orman Çiftliği'nin hariç olmasının sebebiyse, Atatürk'ün kendi vizyonunu somutlaştırabileceği, modern tarım ve üretim anlayışını bizzat uygulayabileceği bir model alan olarak gördüğü içindir. Burada 12 yıl boyunca hem deneysel uygulamalar yapmış hem de halkın refahını ve sağlıklı gıda üretimini doğrudan denetleme imkânı bulmuştur.
ATATÜRK GÜNÜMÜZDE BİR HOLDİNG YÖNETSEYDİ
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk bir şirket yönetmiş olsaydı şayet; devlet yönetiminde kullandığı akılcı, ilerici ve millet odaklı ilkeleri, şüphesiz ki bu şirketin temel direklerini oluştururdu. Atatürk ilkeleri ile hareket eden bir lider olduğu için bu ilkeler şirketin kurumsal anayasası haline gelirdi. Peki, bu şirketin ilkeleri neler olurdu?
-Öncelikle, şirket içi yönetimde liyakate dayalı yükselme esas alınırdı. Çalışanların fikirlerine değer verilir, yetki devriyle katılımcı bir yönetim modeli benimsenirdi. Şeffaf ve hesap verebilir bir kurumsal yapı olmazsa olmazdı.
-Şirketin öncelikli hedefi, ulusal ekonomiye katkı sağlamak olurdu. Yerli kaynak ve insan gücünün etkin kullanımı teşvik edilir, küresel pazarda ‘Türk Malı' imajı gururla temsil edilirdi. Şirketin yurt dışı ilişkilerinde, siyasi, mali ve iktisadi bağımsızlığının her şeyin üstünde tutulması beklenirdi. Yurt dışı ortaklıklar veya yatırımlar, şirketin kendi stratejik hedeflerini tehlikeye atmayacak şekilde dikkatle seçilirdi. Uluslararası ticarette ve diplomaside diğer devletlerin bağımsızlığına ve bayrağına saygı duyulur, tüm ticari ilişkiler uluslararası hukuka ve dürüstlüğe uygun yürütülürdü. Ülkemizin kendi kaynaklarına dayalı üretimini teşvik etmeye ve yurt dışına rekabetçi ürünler satmaya odaklanırdı.
-Şirket içinde hiçbir zümre, sınıf veya pozisyon farkı gözetilmez, tüm çalışanlar yasalar ve etik kurallar önünde eşit sayılırdı. Üretilen her ürün ve hizmet, halkın refahını artırma ve yaşam kalitesini yükseltme misyonunu taşırdı.
-Karar alma süreçleri, kişisel inançlar, dogmalar veya duygusallıktan arındırılırdı. Veriye dayalı, bilimsel ve rasyonel yönetim prensipleri, inovasyon ve Ar-Ge çalışmalarının temelini oluştururdu.
-Yöneticisi olduğu şirket, değişime ve gelişime en açık kurum olurdu. Statükoya karşı durularak, çağın gerisinde kalmamak için sürekli olarak organizasyonel yapılar, teknolojiler ve iş yapış biçimleri yenilenirdi. Yurt dışı iş birlikleriyle de şirketin ve ülkenin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması için gerekli olan en son teknoloji, bilgi ve yönetim becerilerini transfer etme aracı olarak görürdü.
-Atatürk'ün liderlik stili, holdinge "Yurtta Barış, Cihanda Barış" ilkesini yansıtırdı. Şirket içinde huzurlu ve yapıcı bir çalışma ortamı, küresel iş ortakları ve rakiplerle saygılı ve adil bir rekabet hedeflenirdi. Ekonomik bağımsızlığın, askeri bağımsızlık kadar hayati olduğunu belirten Atatürk, şirketin finansal yapısını dışa bağımlılıktan uzak tutardı.
ATATÜRK'Ü ANMANIN EN GERÇEK YOLU: ÜRETMEK VE YENİLENMEK
Özetle, Atatürk bir şirketi yönetmiş olsaydı şayet yönetim anlayışıyla, sadece kâr odaklı değil, aynı zamanda toplumsal refah ve ulusal çıkarların ön planda olduğu, küresel çapta saygı gören ve sürekli kendini yenileyen, örnek bir kurum haline gelirdi. Bu kapsamda o aklın, o vizyonun ışığında üretmeyi, düşünmeyi ve yenilenmeyi sürdürmek en anlamlı 'anma' biçimidir diye düşünüyorum. Atatürk'ü yaşatmanın en gerçek yoluysa; O'nun akılcı, bilimsel ve liyakate dayalı yönetim felsefesini, bugünün küresel rekabet ortamında ulusal çıkarları ve toplumsal refahı önceliklendiren vizyoner bir şekilde hayata geçirmektir.
Bu vesileyle; Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, büyük komutan ve eşsiz devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, ebediyete intikalinin 87. yıl dönümünde saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.






