Teknolojiyi çocuklardan uzak tutmak isteyen ebeveynlerin sayısı giderek artıyor.
Çünkü ekran bağımlılığı, dikkat dağınıklığı, uyku bozukluğu ve akademik başarısızlık gibi riskler her geçen gün daha fazla konuşuluyor.
Ancak işin başka bir yüzü var:
Yasak, sandığımız kadar masum bir çözüm değil.
Tamamen yasakladığımızda, çocuğun gelişimini istemeden sekteye uğratabiliriz.
Psikoloji bize şunu söylüyor: “Tamamen yasaklanan şey cazip hale gelir.”
Özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde yasaklar, merakı tetikler.
Bu durum, gizli kullanım, yalan söyleme ve ebeveynle çatışma gibi olumsuz davranışları beraberinde getirebilir.
Ayrıca yasaklama, çocuğun kendi öz-düzenleme becerisini geliştirmesini de engeller. Çünkü sınırları kendi içinden değil, dışarıdan konulan kurallarla öğrenir.
Oysa sağlıklı birey, dışarıdan baskı olmadan da kendi ölçüsünü koyabilmelidir.
SOSYALLEŞME BOYUTUNU ATLAMAYALIM
Günümüzde çocukların iletişim dili büyük ölçüde dijitalleşmiş durumda.
Arkadaş gruplarında konuşulan konular çoğu zaman bir oyun, bir video ya da sosyal medyada yayılan bir trend üzerinden ilerliyor.
Tamamen yasaklanan çocuk, akranlarının bu paylaşımlarına yabancı kalıyor.
Bu da iki önemli psikolojik riski beraberinde getiriyor:
Sosyal izolasyon: Çocuk “ben farklıyım, dışlanıyorum” duygusuna kapılabilir.
Özgüven kaybı: Akran grubunun dilini konuşamayan çocuk, kendini yetersiz hissetmeye başlayabilir.
Bugün birçok terapistin karşılaştığı vakalarda, teknoloji yasağıyla büyüyen çocukların akran ilişkilerinde kırılgan oldukları gözleniyor.
SERBEST BIRAKMAK DA ÇÖZÜM DEĞİL
Öte yandan teknolojiyi sınırsızca serbest bırakmak da ciddi zararlar doğuruyor.
Uzun süreli ekran kullanımı, çocuğun beyninde hızlı ödül döngülerini besliyor. Bu da sabırsızlık, dikkat eksikliği ve derinlemesine öğrenme becerisinde azalmaya yol açabiliyor.
Yani sorun, “Telefon–tablet olsun mu, olmasın mı?” sorusu değil.
Sorun, “Nasıl ve ne kadar olacak?” sorusudur.
PSİKOLOJİK OLARAK DOĞRU YAKLAŞIM: SINIR KOYMAK
Çocuk gelişiminde en sağlıklı yaklaşım, yasak değil ölçülü sınırdır.
Bunun için üç temel ilke öne çıkar:
Zaman yönetimi: Uzmanlar, okul öncesi dönemde ekran süresinin minimum tutulmasını, ilkokul çağında ise günlük 30–60 dakikayı aşmamasını öneriyor.
İçerik kontrolü: Çocuğun yaşı, ilgisi ve değerlerinizle örtüşmeyen içerikler filtrelenmeli. Oyunlar ve videolar, pedagojik açıdan denetlenmeli.
Ortak kullanım: Ebeveyn ile çocuk ekranı birlikte deneyimlediğinde, ekran pasif bir tüketim değil aktif bir öğrenme aracına dönüşebilir.
Örneğin YouTube ‘da birlikte video izlemek, birlikte kahkaha atmak, çocukla kaliteli zaman geçirme süresini uzattığı gibi aynı zamanda yakın kontörlü sağlar.
Birlikte güldüğünüz videoları sizinle paylaşmasını istediğinizde aslında süreç sizin kontrolünüzde ilerler.
Örnek olmak çok önemli, çocuğa yasak koyarken kendinizin sürekli telefonda olması davranış olarak doğru değil.
Çocuk, ebeveynin davranışıyla sözünü her zaman kıyaslar.
Alternatifler yaratmak önemli.
Çocukların enerjisi boşluk kabul etmez.
Spor, sanat, doğa etkinlikleri ya da masa oyunlarıyla ekran dışı dünyayı cazip hale getirmek gerekir.
Kuralı birlikte koymak işimizi kolaylaştırır.
Çocuğun fikrini alarak kurulan kurallar, onun içselleştirmesini kolaylaştırır.
Bu yöntem, otorite dayatmasından çok iş birliği duygusunu besler.
YASAKLAMAYIN, YÖNLENDİRİN
Dijital çağda çocuk yetiştirmenin zorluğu tam da buradan kaynaklanıyor:
Bir yandan onları bağımlılıktan korumak, diğer yandan akran ilişkilerinde yalnızlaştırmamak.
Katı yasaklarla çocuğu tamamen koparmak, serbestlik ile başıboş bırakmak kadar tehlikeli.
Doğru olan, ekranı bir “tehdit” değil, kontrollü bir “araç” olarak görmektir.
Çocuk, ekranla tanışmalı ama onun tarafından yönetilmeden.
Böylece teknoloji, sosyal bağları koparan değil, bilinçli kullanıldığında zenginleştiren bir unsur haline gelir.
Çünkü çocuklara öğreteceğimiz en önemli şey, teknolojiden kaçmak değil; teknolojiyi yönetmeyi öğrenmektir.