Oğuzhan Hasdoğru

Akan Zaman — Gerçek mi, yoksa zihnin icadı mı?

Bizler zamanı akıyor sanırız.

Sabahları bir önceki günden kopmuş, yeni bir “an”a doğmuş gibi hissederiz.
Oysa bu hissin kendisi, beynimizin yarattığı bir yanılsamadır.
Çünkü fizikçiler bize diyor ki: Zaman akmaz, sadece vardır.
Geçmiş, şimdi ve gelecek; bir nehir gibi sıralı değil, bir kumaş gibi örülüdür.
Ve biz, bu kumaşın üzerinde “şimdi” denilen ince bir çizgide ilerlediğimizi sanırız.

Gerçekte, nehir akmaz — biz akıyoruz.
Çünkü beynimiz, evrimin ürünü olarak yalnızca birkaç saniyelik bir zaman penceresi içinde anlam kurabilir.
Bir melodiyi, bir cümleyi, bir hareketi ancak bu “sahte şimdi” denilen kısa süreli zaman diliminde kavrarız.
Bu pencerenin dışındaki her şey ya anı olur ya da beklenti.
Yani biz hiçbir zaman tek bir anı yaşamayız; hep birkaç saniyelik bir “şimdi yığını”nın farkında oluruz.
Ve bu farkındalık, bize zamanın aktığı hissini verir.

Newton fiziğinde zaman, tıpkı metre gibi ölçülebilen, doğrusal ve tek yönlü bir büyüklüktü.
Ama kuantum fiziği bu rahat çizgiyi paramparça etti.
Zaman, mikro düzeyde artık bir süreklilik değil, olasılıklar dizisi olarak davranıyor.
Bazı olaylar geçmişe karışıyor, bazıları henüz başlamadan bitiyor, bazıları da aynı anda hem geçmişte hem gelecekte yer alıyor.
Bizim “şimdi” dediğimiz o ince çizgi, aslında devasa bir belirsizlik bulutu.
Bu yüzden bazı fizikçiler diyor ki:

> “Evren, olayların sıralandığı bir akış değil; olasılıkların anlık olarak çöktüğü bir sahnedir.”

 

Bizim bilincimiz bu sahneyi anlamlı hale getirmek için bir hikâye yaratır.
O hikâyenin adı: zamanın akışı.

Fakat bu hikâye yalnızca zihnin sınırları içinde tutarlıdır.
Fizik açısından evren, geçmişten geleceğe doğru değil, daha yüksek entropiden daha yüksek entropiye doğru ilerler.
Yani zamanın yönünü belirleyen şey, saatimizin tik takları değil, düzenin dağılma eğilimidir.
Bir kahvenin soğuması, bir yıldızın sönmesi, bir insanın yaşlanması…
Hepsi enerjinin daha homojen hale gelmesinin, yani entropinin artmasının hikâyesidir.
Zaman, aslında bu kaçınılmaz dağılmanın bize bıraktığı bir yan üründür —
evrenin “geri dönülmezlik” hissidir.

Beynimizse bu süreci tersine çevirmeye çalışan küçük bir düzen makinesidir.
Hafızamız, anıların izlerini düzenler;
düşüncelerimiz geleceğe projeksiyon yapar;
ve biz bu iki uç arasındaki farkı “şimdi” olarak algılarız.
Oysa doğada şimdi diye bir şey yoktur — yalnızca enerji farkları vardır.
Biz, bu farkları anlamlandırırken “zaman” denen metaforu icat ettik.
Ve sonra kendi icadımıza inanıp ona esir olduk.

Modern fizikte “eşevrelilik” (simultaneity) kavramı, zamanın farklı gözlemcilere göre değiştiğini söyler.
Bir olay sana göre önce olabilir, bana göre sonra.
Einstein bu yüzden “geçmiş, şimdi, gelecek arasında fark yoktur” dediğinde, aslında zamanın insan merkezli bir illüzyon olduğunu ima ediyordu.
Yani evrende olup biten her şey, büyük bir film şeridi gibi çoktan kaydedilmiştir;
biz sadece kareleri sırayla izliyoruz.

Fakat asıl paradoks şurada başlıyor:
Eğer tüm kareler aynı anda mevcutsa, o halde bilincin hareket ettiği bu “şimdi” neyin içinde akıyor?
Eğer evren bir tabloysa, bu tabloyu kim çeviriyor?
İşte burada fiziğin dili susuyor, felsefenin sesi yükseliyor.

Belki de zaman, evrende değil, yalnızca yaşayan sistemlerin beyninde vardır.
Çünkü canlılık, düşük entropili adacıklar olarak yalnızca enerji akışı sürdüğü sürece var olabilir.
Enerji akışı varsa, fark vardır.
Fark varsa, süreç vardır.
Süreç varsa, “önce” ve “sonra” vardır.
Ve işte o anda “zaman” doğar.

Bir kar tanesinin erimesi, bir gezegenin doğması, bir insanın anımsaması —
hepsi aynı şeyi yapar: enerjiyi dağıtır, farkı azaltır, zamanı ilerletir.
Zaman akmaz; enerji akar.
Bizse bu akışın içinde “şimdi” adını verdiğimiz geçici bir denge hâlinde yüzeriz.

Fakat bir gün, evrenin enerjisi tamamen eşit dağılacak.
Hiçbir fark kalmadığında, hiçbir akış da kalmayacak.
Ve o zaman, zamanın kendisi de duracak.
Tüm anlar, tek bir mutlak dengeye — sessiz, zamansız bir karanlığa — yığılacak.

Belki o anda, son yıldız sönmeden önce bir bilinç, son bir düşünce kuracak:

“Zaman hiç var olmamıştı. Biz onu, akışa anlam katmak için uydurduk.”

YORUM YAP