Gökyüzü kızıla kesmiş, pastırma yazının parantezleri arasına sıkışmış, badem çiçeği, bahar tadında bir akşamüzeri…

Oysa güz bitmiş, yakında kar yağacağını söylüyor yaşlı Kızılderili!

Uçsuz bucaksız kumsal, midye kabukları, yosun ölüleri…

Arkamda, arkadaşlarının katledilişine sessiz kaldıkları için utanca durmuş "dağ taş zeytin ağacı…"

Orhan Veli'nin Baudelaıre'den çevirdiği İnsan ve Deniz adlı şiirin dizeleri sararmış sayfalarda gözümün önünde beliriyor;

Kendi aleminizdesinizdir ikiniz de.

Kimse bilmez, ey ruh uçurumlarını senin;

Sırlarınız daima daima içinizde;

Ey deniz nerede senin o iç hazinelerin?

Zihnin tozlu rafları arasından ne zaman ortaya çıkacağını kestiremediğimiz, akıl tutulmalarının ardından, münzevi, bohem zamanlarda ezberlenmiş cümleleri tüketiyoruz!

En son ne zaman şiir okudum ben?

Sahi siz en son ne zaman şiir okudunuz? İhtiyaçtan değil, keyfine şöyle…

Muhabbetin en koyu yerinde, içine ateş düşmüş gibi, etrafa, kim olduğuna aldırmadan ayağa kalkıp, yüksek sesle şiir okuyan adamlara da tesadüf edemiyorum artık!

Ya uçurumun içlerine baktığının farkına vardılar

Ya zaten uçurumdular.

 

&&&

 

En son ne zaman yaşadınız? İhtiyaçtan değil keyfine şöyle…

Ya ?

Yapmak istiyorken ve yapabiliyorken yapmak lazım!

Cibran'ın tilkisine dönmek de var filmin sonunda;

Bir tilki gün doğarken kendi gölgesine baktı ve " Bugün öğlen yemeğine bir deve indirebilirim gövdeme" dedi kendi kendine…

Ve öğlene kadar bütün bir sabahı her yerde deve arayarak geçirdi.

Fakat öğlen vakti bir ara gözü yine kendi gölgesine ilişti.

O zaman da kendi kendine " Ah, bulabilsem " dedi.

" Bir fare de aynı işi görür, küçük bir fare bile…"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUM YAP