Teknenin su almaya başlayıp yavaş yavaş mavilikte kaybolduğunu, gemisini en son terk eden kaptan edasıyla denize atladığımı, adaya kadar yüzdüğümü ve ıslak elbiselerimi güneşte kurutmak için incir ağacının dallarına serdiğimi hayal ediyorum.
Niye batırdın caanım tekneyi derseniz; başımın üzerinde saatlerdir dönen, lisanını anlamadığım çığlıklarıyla sanki bir kabahat işliyormuşum hissine kapılmamı sağlayan martılara sorun derim.
Kendi halinde, anakaraya uzak, adaya yakın, kafası karışık, ruhundaki yırtıklara iyot sürüp deniz yıldızları ve midye kabukları ile yamamaya çalışan karaya vurmuş, yosuna kesmiş bir balıkçıyım aslın da... en azından şu an için balıkçı- ymışım gibi hissediyor, balıkçı ymışım gibi davra- nıyorum... yakaladığı balıkları satıp evinin kirasını, çocuklarının okul masraflarını karşılamak gibi bir derdi olmayan, keyfine olta atan, hayalperest bir adam, ne kadar balıkçıysa o kadar balıkçıyım diyelim...
Yarın güneş doğduğunda farklı bir kıyafet giyip başka bir adam olacağım.
Ya ondan sonraki gece?
Muhtemelen tenha bir balık lokantasında gülerek oturacağım masaya mezeler, beyaz peynir, kavun, ilk kadehler bitene kadar neşe hakim olacak ortama, say ki eski bir arkadaş karşımdaki, geçmişin sırlı aynasından yansıyanları işimize geldiği gibi, hatırlamak istediğimiz gibi konuşacağız, eteğinden, ceketinden çekiştireceğiz birilerini...
Anason kahramanlık hikayelerini tetikleyecek, dünya karıncaların öldüğü, ağustos böceklerinin sonsuza kadar şarkı söylediği adaletsiz, hukuksuz, bir yer haline dönüşecek...
Atacağız, vuracağız, vurduğumuzu devireceğiz!
Gecenin sonuna doğru münzevi berduşlara, dünyanın çalımını almış filozoflara dönüşeceğiz...
Ellerim ceplerimde, dar ve karanlık sokaklardan eve giderken paralel bir evrende balıkçı olduğumu düşleyeceğim.
Aklım adanın sahibi martılarda, çığlıklarında ve dallarında kıyafetlerimi kuruttuğum incir ağacında kalacak.
İncir ağacının aklı nerelerde olacak, kim bilir?

YORUM YAP