Hasan Baki Çifçi

Sin, gökyüzüne sığmayan bir çocuk

Küçük bir çocuğun adıydı Sin. Ne bir ülkenin ne bir dilin tam anlamıyla çocuğu sayılırdı.

Adı gökyüzüyle başlardı; Mezopotamya'nın ay tanrısından yadigârdı. Ama o, ne tanrıydı ne tanrının oğlu. Bir çobanın yüreğiydi; bir annenin gözyaşı, bir göç yolunun çıplak ayak iziydi.
Sin, oynayacak bir bahçe bulamadan büyüdü. Küçük elleriyle taş toplarken, toprağın altından bir patlayıcı çıktı. Ama bu bir masal değil, gerçekti. Ve o patlayıcı, Sin'in bir kolunu aldı… sonra bir bacağını… sonra sessizliğini.
Ama Sin ölmedi. Sin, “öldü” denilen her çocuğun içinde bir kıvılcım olarak kaldı. Geceleri gökyüzüne bakarken yıldız sandığımız her parıltı, onun gözleriydi.
Savaş bir sabah tekrar geldi. Ne bir özür diledi ne bir gerekçe sundu. Gökyüzü ansızın karardı, anneler evlatlarını koltuklarının altına sakladı. Sin'in annesi ise sadece fısıldayabildi: “Bu kez saklanma yavrum, koş gökyüzüne… Orası daha adil." Sin, koştu. Ne sığınağa ne bir ülkenin sınırına... Koştu… Ta ki patlama sesi duyulana dek.
Ertesi sabah… Kent sustu, dünya sustu. Fakat gökyüzü konuştu: Bir kuş, bir başka kuşun kanadına Sin'in adını yazdı. Bir yıldız, bir başka yıldızın kulağına Sin'in hikâyesini anlattı.
Ve bir bulut, yağmura dönüp ilk damlasını yere düşürürken, "Ben Sin'im" dedi.
O gün bugündür... Ne zaman bir çocuk gözünü kapatsa, Sin onun rüyasına girer. Ne zaman bir annenin kalbi kırılırsa, Sin onun ellerini tutar. Ve ne zaman bir lider savaş kararı alsa, bir yıldız kayar gökyüzünden...
Ve ona şunu fısıldar: “Ben bir çocuktum. Ve bu dünyada bir tutam nefesi çok gördünüz bana.”
Sin, sınırlar ötesi bir çocuğun adıdır artık. Bir Filistinli kızın elinde zeytin dalı, bir İranlı çocuğun defterinde ilk harf, bir İsrailli yoksul çocuğun uykusunda bir ninni. Kayıp Ukraynalı bir çocuğun umudu, Afrikalı bir çocuğun açlığı, göçmen bir annenin bebeğinin Akdeniz'in kumlarında cansız bedeni, Meksika' dan Hindistan'a bir sokak çocuğunun adıydı Sin!
Çünkü Sin, artık şunu biliyor: Topraklar bölünebilir, ama çocuklar bölünemez. Ve dünya, bir çocuğu daha gömecek kadar büyük değil.
Dünyanın ihtişamlı saraylarında savaş ve işgal kararı verenlerin elleri Sinlerin kanında! Bizim ellerimiz onların yakasında, inadına kuş tüyü yataklarında kâbusları olacağız. Huzur yüzü görmeyecekler. Sinlere sözümüz olsun.
Bu yazı savaşlarda, daha yaşama adım bile atamadan emperyalist katillerin çıkarları için savaşlarda hayatlarını kaybeden çocuklara adanmıştır.

NOT: SİN, Mezopotamya'dan Sümerler ve Akadlar döneminde, Mezopotamya'nın Ay Tanrısıdır. Ur ve Harran kentlerinde tapılmıştır. Aynı zamanda bilgeliğin, zamanın ve gecenin tanrısı sayılırdı. Bu isim, özellikle Ortadoğu'da, yani Filistin, Suriye, Irak, İran hattında kadim uygarlıkların izlerini taşır. Dolayısıyla: Filistinli, Kürt, Arap ya da Yahudi fark etmeden tüm Ortadoğu çocuklarını kapsayan tarihsel bir kök içerir. Sin, bir çocuğun değil, tüm bölge çocuklarının ortak vicdanı gibidir.

YORUM YAP