Ali Gülcü

İki şehrin hikayesi

Bakır rengi bir çizgi belirir ufukta, dünya sessizleşir. Ağaçlar titrer. Yıldızlarla beraber gecenin gölgeleri de kaybolur. Ağırbaşlı rüzgâr sihirli ve nasırlı parmaklarıyla okşar kayaları. Pullu bir balık atlar günaydın niyetine. Güneş yükselmeye başlar, siz eridiğinizi hissedersiniz.

Böyle kalsa diye geçti içimden, şu anki gibi!

Yine bir gün ama yeni mi?

Günün başlamasına daha bir saat var. Evler, savaş boyalarını süren yerliler ve zırhlarını kontrol eden şövalyelerle dolu! Kılıçlar bileniyor, okların uçları zehir dolu kaselere batırılıyor.

Savaşçılar ev yüzlerini portmantoya asıyor sokak yüzlerini saklıyorlar telli maskelerinin arkasına.

Sırt çantam yanımda. Kayalardan birinin üzerine oturuyor, Yılmaz Erdoğan'ın Anladım isimli şiir kitabını çıkarıyorum.

Tesadüfi bir sayfa açıyorum falına!

 

“Hiç meşhur olmayan şairler kalır.

Bazı kasabaların otel odalarında

Beyaz kâğıt ister vakitsiz

Resepsiyon uykuluğundan.”

 

Kasım 98'de Cihangir'de yazılmış şiir, ismi Kasaba.

Cihangir!

Cümle arasında da güzel gelir kulağa, ayrıyeten havası da var!

Baba nerede yazmıştın şiiri?

Cihangir'de

Gideyim bir gece Cihangir'de otelde kalayım, uzun bir öykü karalayayım özentisi geçiyor içimden, sonra gülüyorum.

Çocukken arkadaşlar Gümüşyaka'ya denize giderlerdi.

Ben Gümüşyaka'yı Bodrum kadar uzak zannederdim! Hoş o zamanlar Bodrum'u haritada göster deseler onu da beceremezdim ya.

Yolumu kaybettiğim zamanlarda öğrendim Halikarnas Diskoyu, Veli Barı, Gümüşlük'ü, Küba'yı.

İsimler popüler olunca hayal gücü kulaklarından tutuyor İstanbul'u gösteriveriyor!

Jack London fırtınası esiyor bir dönem, cümle entelektüelin koltukaltında, masa üstlerinde kitapları var.

Vahşetin Çağrısı diyor biri, Ateş Yakmak diyor öteki hayır hayır Beyaz Diş!

Okudukça, yaşadıkça öğreniyorsun tabi, çınar ağaçlarının saksıya ekilmeyeceğini, ödünç verilen kitapların gelmediğini, kefalin ısıramadığını, idare etmenin sonunun olmadığını…

Jack London kitaplarında uzun uzun anlattığı Amerika'nın kuzeyinde sadece bir kış geçirmiş. Kaliforniya'da, romanlarında savunduğu fikirlere ters düşen bir hayat yaşamış. Bildiğin alkolikken ve aldığı aşırı kilolarıyla (obezmiş) uğraşırken kırk yaşında intihar etmiş.

Ele vermiş talkını yani!

Anlatmaya çalıştığım dönemlerde, Martin Eden'den hallice yaşıyor, Sabahattin Ali'nin kim olduğunu bilmediğimiz gibi, kitaplarına çok satanlar rafının kral dairesinde rastlamıyorduk.

 

“Issızlığında bir müziği vardır elbet.

Konuşulmayan notaları vardır,

En dandik kasabaların bile kurulu düzenleri vardır sabahın sekizine

Her şey bizzat hayata benzer ıssız kasaba eskizlerinde…”

 

Toparlanıyor, açık olduğunu görünce köy kahvesinde alıyorum soluğu.

Ocak yanmış, soba yanmış, yetmişli yaşlarda bir ağabey ekmek kızartıyor. Selam verip giriyorum. İşaret edince ortadaki demlikten kendim alıyorum çayı.

Beş tane yumurta haşlamış, peynir var, tereyağı, vişne reçeli.

Karşılıklı oturuyoruz. Duvarlarda eskimiş çerçevelerin içinde renkleri solmuş fotoğraflar. Köyün şampiyon takımı, ellerinde silahlarıyla askerler, piramitlerin önünde elleri ceplerinde saçları uzun bir genç, boğaz köprüsü.

Ev sahibi, misafir kıvamında sohbet ediyoruz. Gelen olur diye erken açıyormuş kahveyi, bakkal olmadığı için ekmeği de o satıyormuş. Taze yumurta olurmuş, tarhana, erişte hatta balık.

“Televizyon izlemiyorum” diyor. “Hem sabahtan gece yarılarına kadar masal anlatacaklar hem televizyonu parayla satacaklar. Bedava dağıtmaları lazım!”

Kalıyorum öyle.

“Gazete de okumuyorum.”

Besbelli aynı sebepten diye geçiriyorum içimden!

Ekonomi tahsil ettim diyor, bilsem köyden ayrılmazdım.

Yıllardır karşılaşmamış iki arkadaş gibi görüşmek üzere ayrılıyoruz.

Dönüş yolunu bildiğim halde, kaybolmak için karşıma çıkan tüm patikalara giriyorum.

Her yolun dili farklı, hikayesi başka.

Kaliforniya'da roman yazar biri, Cihangir'de şiir yazar o zamanın meşhur olmamış şairi.

İki Şehrin Hikayesine benzer hayat. Onun da yazarı Charles Dickens 'tır.

 

“Her şey hayata benzer bizzat

İki sevda arasında…

Biri doğumdur hesapsız

Öteki ölüm şairce

Bazı kasabaların otel odalarında…”

 

 

 

YORUM YAP