Ali Gülcü

Buluttan gözler

Bir oğlak iki de kuzu var.

Oğlağı tandır yapmak için almışlar, kıyamamışlar. Beyaz tüylü, bulut gözlü bir şey. Kuzular alıp başını tee deniz kenarına kadar gidiyor, oğlak kumlara basamıyor sonra başlıyor durduğu yerden arkadaşları gelsin diye seslenmeye.

Ötekiler oralı bile olmuyor.

Bakıyor bakıyor da oğlak başlıyor hoplayıp zıplamaya. Koşuyor koşuyor da birdenbire duruyor, tekrar sesleniyor.

Tulum giymiş bir usta, deniz motorunu sökmüş. Etrafı insan.

Uzun bacaklı, alacalı martılar var burada. Ya daha önce görmedim ya unuttum.

Her yerin martısı farklı mıdır nedir? Küçücük bunlar, neredeyse el kadar.

Oğlak da küçücük, yalnız bir de.

Denize cepheli konteynırların önünde bir masa, iki plastik iskemle. Birinde oturuyorum.

Sol tarafımda iki iğde ağacı var. Hava azıcık güneşli olsaydı bu iki iğde ağacının altına yere otururdum diye geçiriyorum içimden. Sırtımı verirdim birine, dinlerdim. Rüzgârı, ağacı, oğlağı…

Koyunun olmadığı yerde keçiye ne denir biliyorum da.

Oğlağa ne diyeceğiz şimdi?

Uzakta bir balıkçı teknesi, hayal meyal iki adam ağları topluyor.

Her çekiş bir umut, her gayret bir düş.

Balıkçı ile evlenen denizle evlenirmiş! Bir kitapta mı okumuştum yoksa bilge biri mi söylemişti? Her kitap bir bilge yerine mi geçer yoksa?

Tulum giymiş motor ustası bir karavan yapmış kendine. Minibüs hariç, kırk bin lira tutmuş ama hazır alsaymış su içinde doksan bin. Şener alıyor anahtarları, bakıyoruz. Nohut oda bakla sofa denirdi ya eskiden.

Tekerlekli kesme şeker bu karavan dedikleri.

Sisten dünya.

Liman, ağaç kovuğu, orman kuytusu, saklanmak istersen saklan, kaçmak istersen kaç.

Dünya değişiyor.

Eskiden kök salmak isteyen insanları dinliyordum.

Bugün su gibi akmak isteyenler var etrafımda.

Kök salalım diyen kadınlarla, akalım diyen kadınlar aynı oysa, aralarında yirmi yıl, mecburiyetler ve çocuklar var.  

Çoğu insanın yaşadığı, kuzuların ve insanların olduğu yerde oğlak olma çaresizliği belki de?

Seslensen duyan yok, kumlara da basamıyorsun üstelik.

Tandır olacakken kıyamamışlar sana.

Buluttan gözlerle dünyaya bakmayacaksın da ne yapacaksın?

Gün bugün, yarın?

Kuzular mı, sen mi?

Her zaman olmuyor da hiç ummadığın bir anda gözlerindeki perde aralanıveriyor.

Masallar ve şiirler arasında kaybolmuşken, bir ışık huzmesi içinde gerçeği görüyorsun.

Dudağını ısırıp, kalıyorsun öyle.

Kabul etmek, sindirmek ayrı hikâye.

Sonrası evrim gibi. Emeklemek, yürümek, koşmaya niyetlenince papatya tarlaları, gelincik tepeleri, hanımelleri, dağ yolları, deniz kenarları.

Aklını, içini temizlemek için adı unutmak olan kocaman bir silgi icat ediyorsun.

Verdiğine ve aldığına bakıyorsun kendine gelince, anlıyorsun ki hayat verdiklerini büyük, aldıklarını küçük gösteren garip bir mercek.

Yaşamı ve zamanı sorguluyorsun.

Sağlama yapıyor, üst üste koyuyor, düşünüyor ve anlıyorsun ki; oğlaksın.

Hopluyor, zıplıyor, koşuyor koşuyor da birdenbire duruyor, sesleniyorsun…

YORUM YAP