İbrahim Çeşmecioğlu

Bişey yapmalı!

Çocukluğunda arı kuşu derdiler onlara.
Ya da sinek kuşu muydu yoksa?
Neyse. Biz onun bildiğimiz gibi analım.
Arı kuşu arı.
Büyüyünce öğrendim, bir arı kuşu uçabilmek için bir dakikada iki bin kez kanat çırpıyormuş.
Ne diye? Ne diye ha?
İki arı üç sinek peşinde akşama kadar binlerce kanat vurup durmak. Yorgun, çok yorgun hissetti kendini.
Arı kuşu gibi!
Kolu kanadı tutmaz, uyuşmuş, uykulu.
Delileri derin derin düşündüğü veya ulu orta bağırdığı için ayıplamazlar.
O halde?
Aldı yatırdı kendini büyük adımlarla; ondan geriye doğru sayarak .
Zaman ayarlı bir patlayıcının tik taklarını duyup, gerçeğin öldürücü kıyımından kaçar gibi.
Dokuz, sekiz, yedi, altı...
Göğsündeki tımarhaneye; kendini kimsenin ayıplamayacağı hürriyetine doğru aldı yatırdı kendini!
Lığ gibi torlandı bir köşeye.
Derin derin düşünmeye başladı;
“En çok acılarından tanıyordu O'nu.
Yorgun cümlelerini dinlendirmek için cebinde taşıdığını fıkralardan.
Acıyı ve ölümü aşan gözlerinden..."
Oysa O kendisini anlamadığını iddia ediyordu!
Ne gam, varsın etsin.
Moğollar'ın ‘bişey yapmalı, bişey yapmalı hey' diye içini umut dolduran cümlesi dolaşıyor durmadan kafasında.
Bişey Yapmalı!
Beynindeki köksap labirentten tek çıkış yolu, çığlık çığlığa büyük bir hızla, sağa sola çarparak canını yakan bu cümle olacak sanki.
Tık sesi tık!
Alâaddinin sihirli lambasının kapağını açması gibi açıyor başparmağıyla kaleminin kapağını.
Dikey, yatay, etrafa vura vura masanın altında, tozlu karanlık kuytuda kaybolup gidiyor kapak.
"Sıkmasam bari yazdıklarımla O'nu" diyor.
"Uzun, ağdalı, havlanmış olmasa."
"Karanlığa, toza, boşluğa karışmasa kapak gibi."
"Müziği, müziği olsa diyeceklerimin."
"Uzun ince bir parmağın tuşlarda gezmesi gibi bir ritm tuttursa kalem."
"Cin çıksa içinden; Alâaddin'in lambasından çıkar gibi. 'Dile benden ey fani, dile en güzel cümleleri yapan notalar gibi olan sözcükleri dile' dese!"
Gözleri kül rengine, sis yalımına teslim…
Dalıyor; demliyor, torluyor, düşüncelerini akort ediyor. Yıldızlar akıyor kâğıda.
"Bişey yapmalı, bişey yapmalı…"
Ne yapsın!
Yazıyor oda bu delici, delice cümleden kurtulmak için.
Beynindeki merkezi, çıkışı hem dahi çevresi olmayan cehennemi labirentin her bir yanına vuruyor kendini.
Patlatıp usundaki sert duvarı gözlerinden nemli, ığıl ığıl sözcükler dökülebilsin, özgür olsun diye.
Hem… Hem delileri ayıplamazlar ağlıyor diye..
Lığ gibi, posa gibi yığılıyor içinin köşesine; binlerce, milyonlarca kanat çırpmış arı kuşunun yorgunluğunda.
Nemli sözcükler vura vura açılan geldikten yol buluyor gözlerine…
Her şey gerçek yaşamın sancılı öznesinden yontulup, dağarında yükleme dönüşene kadar sürüyor.
Sabaha kadar... Her şey usundan yol bulup gözlerine süzülen, safi nemli sözcüklerin sağanağıyla!
Sese, söze giydirilen tınıyla!
Cümlelerle… Cümlelerle…
Soru sorulmaktan; aldığı zehir zemberek cevapların yüküyle yüklenmekten;
Öznesinin som acısını ve yükünü taşımaktan yıpranmış yüklemiyle!
Koca Veysel'e sığınıyor kızıl şafakta.
Dört bir yanını yuğsun, arıtsın diye:
"Bin cefalar etsen almam üstüme
Gayet şirin geldi dillerin dostum oy..."

YORUM YAP