İbrahim Çeşmecioğlu

İhsan YILDIZ

Bir mıknatısın aynı niteliklere sahip benzerlerini çeken veya iten kutuplarının bulunması gibi, bizler de pek çok zıt ya da benzer karakteristik özelliği gayet doğal bir uyumla taşıyan ilginç halkların başında geliyoruzdur sanırım. Mesela benim güzel yurdumun insanları bir kahvenin hatırına yeryüzünde benzerine rastlayamayacağımız kadar müthiş duygularla kırk yıl esenleşirken, aynı insanlar trafikte incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle aniden parlayıp, karşılıklı birbirine saldırabilir, küfürleşebilir, hatta birbirini öldürebilir de! Mesela birbirine duydukları vefayı, sevgiyi, iyi niyeti, ölünceye kadar övüncü ve dünyadaki ödülü sayıp, yüreklerinin en korunaklı yerinde saklarken, aynı insanlar biraz önce annesini ameliyat eden ve insanlara hayat vermek adına mesleğinde yemin etmiş doktora öldüresiye yumruk atabilirler!
Sizce de durumumuz toplumsal boyutta incelenmesi gereken ruhsal çağıltılardan değil midir? Yani tavırlarımız hem şikayet ve şiddet, hem kifayet ve estet taşır ki, ben de ona sebep mıknatıs benzetmesi yaparak yayan yapıldak dalmış oldum mevzuya. Sizlere birazdan bahsedeceğim anılarımın içinde yıllardır yer alan eşsiz örnek ise ‘'Montaigne'nın şu cümlesinin en hakiki anlamda hayat bulmuş biçimidir.'' dedirtecek kadar çok kıymetlidir benim için. Büyük yazar, ''İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini ve hayat meşalesini birbirine devreder koşucular gibi.'' cümlesiyle insan soyunun toplumsal, kültürel, sosyal önemini nasıl isabetli anlatmıştır değil mi? Benim ardım sıra satırlarımı takip eden okuyucularımız eğer sıkılmaz da benimle birlikte yazının sonuna varırlarsa aynı kanıyı taşıyor olacaklardır mutlaka.
Şimdi zamanı bundan tam kırk iki yıl öncesine çekelim. Ne iyi ki hala sağ olan ve değeriyle daha hayattayken anıtlaşmış, etiyle kemiğiyle kendi kendisinin heykelini dikmiş bir kıymetli büyüğümden bahsedeceğim. Eğer yazdıklarımda eksiklik olursa af ola. Aradan geçen yılların çoğalmasıyla bizim eksildiğimiz gerçeğine versin okurlarımız ile sevgili ağabeyim.301421391_3301613403492347_2328847120875995046_n
1980 yılının sonbaharı. Donuyoruz! Hava çok soğuk. Öyle olduğu içinse sesimiz çok tarazlı çok boğuk. Eskiden yaz şimdiki gibi neredeyse sonbaharı iklim ailesinden kovacak kadar uzun sürmez, herkes bir an evvel toprağında ürettiklerini damının altına koyma telaşına düşerdi. Öyle günlerden biriydi işte. Silivri Lisesi'nin ikinci sınıfında okuyan bendeniz, birazdan çalacak zil ile okuldan çıkıp, CHP'nin toplantısını izlemeye gidecektim. Bütün bir gün kafamda onu kurdum. Herkesin dibine kadar politikanın içinde olduğu, sağ-sol tarrakasında kimsenin birbirini duymadığı, hiç kimsenin siyasi düşüncesinin asla birbirine uymadığı ve buna sebep eşi benzeri görülmemiş büyük bir siyasi kakafoninin, büyük bir kıyımın yaşandığı yıllar! Ölüm sağ-sol demeden her yurttaşın üzerinde kol geziyor. Ama en çok biz solcuların tabii!
Ben de daha o yaşlardan bugünlere kadar, sürekli en çok acılananların, ölenlerin, masumların safında durmayı büyük bir insani, vicdani, hem dahi siyasi sorumluluğumun gereği bildim a dostlar.
Evet sene 1980. Anlayacağınız daha çok toyuz. Anlayacağınız henüz çok yenidir siyasi yürümekliğimiz. Lakin cevval yolcuyuz, cesur solcuyuz hani. Bir de sevdiğimiz fakat adını duyup daha kendini göremediğimiz idollerimiz var. Efsane olmuş, esgin olmuş da yüreğimizi serinletip dururlar. Bugünden baktığımda, iyi ki onlar olmuş rehberimiz diyorum. Zira biz o çalkantılı yıllarda, o çetin zamanlarda içine doğduğumuz ilçemin genç solcuları olarak harcanmadıysak, onların akılcı, serinkanlı davranıp cümlemize doğru örnek olmaları sayesindendir. Gerçekten de buraya yazdıklarımı zaman zaman büyük özenle, saygıyla benden daha genç arkadaşlarıma anlatsam da, Silivri'nin siyasi tarihine not düşmek açısından kayda geçirilmesinin zamanı da çoktan gelmişti zaten. Düşünsenize neredeyse yarım asrı bulan gerçek hatıralardır yazdıklarım. Eğer onlar bizim gibi genç yoldaşlarının savruk ve delidolu enerjisini sağlıklı kontrol etmemiş olsaydı 80 darbesi bir sürü tecrübesiz arkadaşımız benzeri bizim de üstümüzden geçecekti kim bilir? Ufak tefek olumsuzluklar hariç hayatımızı kesintiye uğratacak hiç bir melanete maruz kalmadıysak, tekrarla söylüyorum, bunda en büyük pay dönemin sol siyasetinin ilçemdeki saygın isimlerden sebeptir. Hepsini saygıyla, sevgiyle, aramızdan ayrılanları ise şükranla anıyorum. Düzinelerce çileye, tahakküme, zorbalığa karşı katiyen şiddet yanlısı ve sorunlu değil, soğukkanlı ve sorumlu bir tutum izlediler çünkü.
Lisenin çalan ziliyle beraber köye gidecek öğrenci servisinin yanına uğrayıp, arkadaşlarımla eve haber gönderiyorum. ‘Bu gece Silivri'de sınıf arkadaşımın evinde kalacağımı bizimkilere söyleyin' diyorum. Şimdi bazen arkadaşlarım soruyorlar. Merak edenler için söyleyeyim, ben tam elli yedi yıldır Ortaköy'de oturuyorum, hiç taşınmadım yani. Eski otobüsümüz can çekişir gibi hırıltılı, titremeli çalışıyor. Birazdan hareket edecek. Ben beklemiyorum başında daha fazla. Ah babam bir siyasi toplantı için burada kaldığımı bir bilse, bir bilse! Sert adamdı, sezerdi her halimi de. Bazen ne halt edeceksem mecburen yapacağımdan geri dururdum. ‘'İyi oldu.'' diyorum içimden. Beni karşısında görmediği iyi oldu. Eğer eve gitmiş olsaydım, yüzümün seğirmesinden kuşkulanıp katiyen Silivri'de kalmama izin vermezdi.
Okuldan aşağı doğru yürüyorum. Şimdiki Ziraat Bankası'nın neredeyse paralelinde bulunan eski sinemaya gideceğim. Toplantı o zamanlar bütün kalabalık ve önemli toplantıların yapıldığı üzere sinema salonunda yapılacak. Varıyorum. Ama ne kalabalık, ne coşku, ne uğultu. İçeriye giremiyorum insan selinden. Yaşımızın küçük olmasına sebep hiç kimsede bizi görmüyor. Ya da babam benzeri düşündüklerinden, bizlerin o dönemde büyük acılarla yaşanan politik rezonansın içine dahil olmamızı istemiyorlar. Kim bilir? Dışarısı çok soğuk, sinemanın bankaya doğru bakan camları sigara dumanını heyecan ve hararetle savurup konuşan insanların soluklarıyla buğulanmış. Yer yer kalın camda yoğunlaşıp büyük damlalar halinde tabandaki çinilere doğru akmaya başlamış. İçerisi toz duman.. İçerisi yığın yığın CHP'lilerin sevinişi, devinişi, direnişiyle hem coşkulu hem güman. Camı tıklatıyorum kimse duymuyor. Bir daha, bir daha, bir daha vuruyorum. Yok! kimse farkında değil. Benim az ötemde iki çocuk daha var camdan bakan fakat içeriden kimse bizimle ilgilenmiyor. Gerek sahnede konuşan, gerekse onu dinleyen bir Allah'ın kulu dışarıdaki soğukta titreyen biz çocukların kendilerine seslenişini duymuyorlar. Nihayet otuz yaşlarında kıvırcık saçlı bir katılımcı bizi fark ediyor. O da, camın buharını ceketinin koluyla silip, bari içeride ne olup bittiğini görmemizi sağlıyor. Eh, ne yapalım, bu da bir şey değil mi. Bari siyasi olarak bizim için rol model olan, öykündüğümüz ağabeylerimizi duyamasak da izleyebiliyoruz artık. Şimdi ellerimi içeriden camın silinmiş bölümüne siper edip pür dikkat kendimi olan bitene vermeye çalışıyorum.
Üç beş dakika geçmiyor ki, uzun boylu, paltosunun yakasında büyük bir CHP rozeti asılı esmer ve keskin bakışlı adam parmağıyla bizi işaret ediyor. Fakat çok iyi göremiyorum. Cam tekrar buğulanmaya başladı çünkü. Sanıyorum görevliye silmesini tembihliyor. Seviniyorum yanımdaki iki çocukla birlikte. dar bir alanı sileceğini düşündüğümüz ve belki de çok üşüdüğümüz için koyunlar gibi daha çok sokuluyoruz birbirimize. Ama yok, hayır, öyle değil. Sinema görevlisi kapıyı açıp düpedüz bize doğru geliyor. ‘'Eyvah!'' diyoruz. Eyvah galiba bize “Gereksiz kalabalık ediyoruz gerekçesiyle, hadi uzayın bakalım.” diyecekler. Çocuk aklımızla burada olagelen neye katkımız olabilir zaten. Kimin ne işine yararız öyle ya? Üstelik de ülke gündemi böyle son derece tehlikeli ve karmakarışıkken. Tutarlar mı sanırsınız henüz adanamayacağınız bir davanın yamacında adamı? Bir refleks gösterip beraberce çekiliyoruz camdan iki üç adım kadar geriye. Bize doğru yönelmiş adama, bırak bari buradan izleyelim dercesine. Sarı yüzünde kırmızı mor arası pörtlemiş kılcal damarları sanki kınından çıkıp bizimle cenk edecekmiş gibi asabi görünen sinema görevlisi, bir müddet üçümüze sert sert bakıyor. Ardından sigara dumanıyla sulanmış mavi gözlerinin tekini kırpıp, ''Hadi gene iyisini len fasulyeden adamlar, İlçe Başkanı sizi içeriye çağırıyor.'' diye sesleniyor. ‘'Aaaaa.. o da ne.. kim bu ilçe başkanı? İhsan Yıldız dedikleri adam mı acep? Hani demin parmağıyla bizi gösteren?'' Ah ne mutluluk! Nasıl büyük lütuf bizim için.
Zıplayarak bağıracağım geliyor. Bağırıp da Silivri'nin çarşısına doğru orada olan herkese içimin çağıltısını duyuracağım, ‘‘Heeey! Siz bizi ne sanıyorsunuz haaa? Biz fasulyeden adamlar değiliz. Bakın bu partinin İlçe Başkanı bizi gerçekten adam yerine koyuyor. Siz, siz bizi ne sanıyorsunuz haaaa? Ne sanıyorsunuz?'' İçim işte böyle puf böreği misali kabarmasına rağmen, sessiz ve saygılı salona giriyoruz. Böylece yoldaş olma hukukunu ilk İhsan Yıldız'ın genç yol arkadaşlarının arasına bizi de dahil eden insancıl tavrıyla öğreniyoruz. Çocuk da olsak bizi kendi seviyesine yükselten, örnek olan, daha o yaşlarda kalbimizi titretip onurumuzu büyüten yüce gönüllü insan sayesinde.
Sonra aradan birlikte siyaset yaptığımız uzun yıllar geçiyor.
Aradan, kendisini insani, siyasi ama en çok da vicdani çizgisiyle örnek alıp anacağımız yıllar peş peşe geçiyor. Bugün 82 yaşında olsa da hiç unutulmuyor asla. Deniz derya gibi yanında yetişen yoldaşları üstlendiği görevlerde onu hiç unutmuyorlar, asla utandırmıyorlar hiç. Çünkü ''yalnız deniz bilir denizlerin derinliğini.''
2014 yılında Silivrili hemşerilerimin görev vermesiyle meclis üyesi seçilen bendeniz, 2015 yılının 29 Ekim gecesi, İhsan ağabeyi Ortaköy'de yapacağımız fener alayı ve Cumhuriyet yürüyüşüne davet ediyorum. Epey yaşlandığını bilsem de beni kırmayacağının farkındayım yine de. Senelerin devrimci ateşi içinde hala yanan biri böyle bir çağrıya nasıl bigane kalabilir? Hele andığımız kişi İhsan Yıldız olursa.
Türkiye'nin her yerinde Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yasaklanmış, fener alayı yapılmıyor. Atatürk büstlerine çelenk konup, saygı duruşunda bulunulamıyor. Zorlu zamanlar. Hiç bir hükümet görevlisi bu konuda tatmin edici iki cümle edemiyor. Herkes ne olacak diye edilgin, suskun, kimi öfkeli belliyor. İşte o koşullarda, cesaret edip yürüyüş yapılmayan, Ata'nın aziz hatırasına çelenk sunulmayan dönemde partisinde iki kez ilçe başkanlığı yapmış İhsan ağabeyimle birlikte Ortaköy halkının önüne geçip, Mustafa Kemal ile bağımsızlığımız için canını vermiş aziz kahramanlarımızın hatıraları adına köyü baştan başa gözümüzü kırpmadan yürüyoruz.
1980 yılının zehir gibi sonbahar soğuğunda toplantı salonunun dışında titreyen bizleri parmağıyla işaret edip salona davet eden keskin bakışlı esmer adam, 2015 yılı Cumhuriyet yürüyüşünde de sıradağlar kadar heybetli yanımızda durup herkesi Ata'sına saygıya davet etmiştir. Hem de herkesin korkup sindiği en netameli zamanlarda.
Şimdilerde Eylül ayı içindeyiz. Yıl 2022... İhsan ağabeyimi bir kaç gün önce ofisinde ziyaret ettim. Gözlerinde hala şayak kalpaklı adamın direnci, gönlünde insanlığın büyük evladı derviş Yunus'un huzuru ve gönenciyle, ''Benim bir karıncaya bile ulu nazarım vardır'' diyor biz kardeşlerine.
Bunca yıldır şahidim ki, ilçemin yaşayan insan hazinelerindendir İhsan Yıldız. Çünkü taa bizim çocukluğumuzda benliğini ve kibrini öldürerek kimliğine can vermiş, onurunu yüceltmiş az bulunur insanlardandır o.
Tanrı İhsan ağabeyime uzun ve mutlu yıllar ihsan etsin.

YORUM YAP