İbrahim Çeşmecioğlu

Baki kalan gök kubbede bir hoş seda imiş...

Baki Çiftçi ağabeyim aradı bir hafta ya da on gün önce. Hal hatır sorduktan sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-Sizin köyde bir dönüm ekili nohu-tum var, ancak geçirdiğim rahatsızlık sebebiyle Silivri'de değilim ve mahsulün toplanması gerekiyor İbrahim. Acaba onu toplayacak köyden bir aile bulabilir misin bizim için?
Cevaben,
-Elbette ilgilenirim ağbi. Eğer vaktim olursa bizzat gidip ben toplarım nohutunu. Sen merak etme.
Sonra epey uzun bir konuşma geçti aramızda. Bu güzel sohbetin bir yerinde tarım ve tarımsal üretim hakkında ülkenin ite kaka getirildiği garabet konusunda da epey lafladık kendisiyle. Baki ağabeye yaptığı üretimleri örnek olması adına paylaşması gerektiğini hatırlattığımda ise, hiç böyle düşünmediğini, hatta abartıyı ve gösterişi sevmediği gerekçesiyle sessiz sedasız işlerini yürütmeyi yeğlediğini belirtti. Peki öyleyse, ben onun varlığını, emeğe ve emeğin yüceliğine nasıl büyük bir içtenlikle adadığını anarak gençlere klavuzluk etmiş olayım.
Baki ağabey Çatalca'nın İzzettin köyünde kayınpederinden kalan tarlayı bizim buraların ruhuna uygun olarak kocaman bir üzüm bağı haline getirmiş. Bilenler hak vereceklerdir mutlaka, bağın ekimi ve bakımı çok zordur lâkin onu koklamak, onun yeşilini,toprağını, omçasını elinin ayasında, yüreğinin kızılında hissetmek bu dünyada yaşanacak en eşsiz duygulardandır. Emekli olup, kendi yağıyla kavrulacak durumda olan ağabeyim üstüne gelip Ortaköy'e nohut da ekmiş. Bir dahaki sene için benim domateslerimden çekirdek ayırmamı tembihledi telefonu kapamadan. Adı Baki, soyadı Çiftçi. Konuşmamız bittiğinde halk türküsünün o güzelim iki dizesi göz kapaklarımda ter, tuz ve biraz da yaş oldu durdu, “Yatar gül harmanı gibi, derdimin dermanı gibi...”
Gerçeği, bizimkisi gül değil, nohut harmanıdır amma ülkemin üretim manasında şu anda yaşadığı açmazlarına derman olacak hasatlardandır değil mi? Dilerim bizi okuyana ışık olur. İsterim adının anlamını aşan bir gayretle devinen Baki ağabeyimi okuyan, derhal toprağının karnını tohumuyla döller. Değil mi ki baki kalan gök kubbede bir hoş seda imiş, değil mi ki emeği tarlasında bayrak gibi dalgalandıranlar henüz bitmemiş. O zaman umut sürüyor, umut sürüyor o zaman.
***
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu ile, ismini yazarsam duvarımı çer çöple dolduracağına inandığım birçok başka araştırma kuruluşunun raporlarına göre, kitap okuma sıralamasında Afrika klasmanındaymışız(!)
İyi.. tamam.. napalım şimdi.
Oturup kahru perişan olmamızı mı bekliyorsunuz.
Sizin de dudaklarınızın ardında gizlenen dişleriniz sözde gülmek için yaratılmıştır ama yerli yersiz her önünüze geleni ısırıyorsunuz birader!
Bizim kitap okuyup okumamamız mevzuunda bir sürü lâkırdı edersiniz etmesine, fakat çoğu kıymetsiz, tamamı spekülasyon, ederi ise dedikodudan ibarettir (!)
Şöyle diyorsunuz:
Biz Türkler kitap okuma sıralamasına göre dünyada 86'ncıymışız meğer.
Yine, sizin araştırmalarınıza göre günde beş saat televizyon seyredip, sadece altı dakika kitap okuyormuşuz.
Ve bu hesaplamalar sonucunda on bin kişide yanlızca bir kişi eline kitap alıyormuş koca senede.
Hoppala paşam, Malkara Keşan gel de anlat gerçeği şimdi bu marazlı insanlara.
Fakat bir Japon yılda 25, İsviçre'li 10, Fransız 7, bir Türk ise on yılda bir kitap hatmediyormuş.
Eeeee nooolcak, deyin bakalım, nolcak.
Tamamı sebep-sonuç ilişkisi ıskalanarak yapılmış sığ yorumlardır bunlar!
Konuyu doğru taraftan bakıp yorumlayalım da, bir dahi kimse güneşi balçıkla sıvamayı aklından geçirmesin.
Sonuç: biz kitap okumuyoruz
Sebep: itibar suikastçılarının yazdığı gibi değildir efendim. Siz kulak verin kardeşinize, kulak verin de adamakıllı aydınlanmış olun. Hem de bihakkın.
Bu kasıtlı ve garip yorumların tersine, bendeniz vaziyetten bir öğündüm, bir sevindim ve bir gönendim ki sormayın gitsin.
Sormayın, zaten meseleyi aydınlığa kavuşturmadan uyku tünek haramdır kardeşinize.
Bakın yazıyorum:
Baş dediğin omuzların üstünde taşınır. Sebeple kısmetlidir, kıymetlidir.
Düzgünlüğünü kitapla değil, su terazisi koyup ölçmek gerekir(!)
Sonra içini abur cuburla doldurmak nicedir ve niyedir?
Bilginin yığın yığın yağıyla obez mi olsun zavallı organımız.
Onun baş olması mühim değil, boş olması önemlidir.
Böylece fit bir beyne sahip oluruz değil mi efendim (!)
İşte şimdi, böyle düşünen bütün fikirdaşlarımın hakkını teslim etmek de bu satırların yazarı olarak elzemdir ve bendeniz için görevdir.
Ey efendiler, bilesiniz ki dünya yüzünde en az kitap okuma oranına sahip kimseler olduğumuz için, en fit kafalar bizim omuzlarımız üzerinde yükselir.
Gördünüz mü yarenler, en estetik ve zarif kafalar yeryüzünde bizdedir(!)
Nasıl desem bir öğündüm, bir sevindim, bir gururlandım ki sormayın. Kalın sağlıcakla.
***
Dünyada, psikolojisi en kötü ilk üç ülkeden biriymiş Türkiye. Hoppala tövbeler olsun. Gördünüzmü aklıselim gönlüserin hemşerilerim, gördünüz mü? Yeryüzünde ne kadar çok düşmanımız var! Hatta bizim bizden başka kimsemiz kalmamış. Kalmamış dünyada kendimizden başka kimsemiz. Nedendir acaba? Bu kasıtlı, hayın, fesatlı yayılmış habere hiç inanırmıyım sanırsınız. Derhal Sağlık Bakanlığının verilerine baktım. Baktım ki ne göreyim? Memleketimde yılda elli milyon kutu antidepresan kullanılıyormuş meğer. Hayret, bu ne yeis, bu ne hararet! Süphanallah...Hafazanallah.. estağfurullah..
İzaha muhtaç bir hadise. Sanki gökkubbe zindan olmuş da, üzerimize kapaklanacak handiyse! Ne düşünüp ne söyleyeyim şaşırdım insan kardeşlerim.
Halbuki, bizi toptan delirmiş gösterenlere inat ben hep şöyle düşünürdüm: memleketim yeryüzünün en mutlu, en refah, hem dahi en büyük 16. ekonomisidir. Tankımız hangarda, yerli arabamız yollarda, uçaklarımız şahin gibi üstümüzde salınır. Doğalgaz desen derya deniz. Petrol? 2023'e kadar bulunacak inşallah. Yeraltı, yerüstü kaynaklarımız zaten ki olağanüstü bol maşallah. İcraatlarımız ise katlanarak ve kem gözleri çatlatarak büyüyor, büyüyecek inşallah.
Ülke kaynaklarını hiç ziyan zebil etmeden, kimseye peşkeş çekmeden milletimizin hayrına kullanıyoruz her daim. Üretim desen, Suriyeli, Afgan, Senegalli, Maraleşli, Sudanlı, Suudlu, Pakistanlı ve adını unuttuysam kırılmalarını katiyen istemediğim kardeşlerimce tavan yapmış durumda. Dur. Bir eksiklik var. Galiba bizimkileri yazmayı unuttum. Bir de Türk hemşerilerim var tabii.
Eeee, sorun ne o zaman?
Ben aklıma gelenleri şıklar halinde yazayım, siz karar verin efendim. Vallahi benim kafam çok karışık.
a)Sadece Almanya değil bütün dünya bizi kıskanıyor.
b)Böyle haberleri yayanlar ve üretenler vatan hainidir.
c)Herkese rahat batıyor.
d)Hepsi
***
Kimisi kendinden kurtulmak, kimi kendini bulmak, bazısı da kendini unutmak için yola çıkar.
İlla olmalı bir sebebi yolcunun ama en mühimi yola koyulmak.
Ve güzergâhın da özgürleşir, gayesin de yenilenir, menzilin de değişir kişi olan kişi ama insanı yol yorar. Zira onun en ağır yükü kendisidir ey insanlar.
Yine de gönlü ufka dalar, gözü yola bakar çünkü insan dediğin kendisini hep yolda arar.
O halde Didem Madak'ın dizelerini buraya bir yön tabelası gibi yazmamız lâzım:
“Dünyanın bütün sabahları için
İki bilet al
Aman umutsuz bir yer olmasın.
Günaydın kahvesini yudumlayıp gazetesini okuyanlar..
Günaydın yola koyulanlar, yolda olanlar, günaydın.”

YORUM YAP