Ali Gülcü

MEĞER

Arkadaşı torpil atmış Mehmet ağabeyin gözüne. Yedi yaşındaymış henüz, bir gözünün feri sönüvermiş.
Çok doktorlara gitmiş ama nafile.
Arkadaşının adını hatırlıyor musun diye soracakken dilimi ısırıyorum.
Bugün altmış yaşında Mehmet ağabey, Gelibolu'da tanıştık, balık tutuyordu. Bir arkadaşı, emekli polis olan, hani şu Ordulu, on yedi tane mırmır yakalamış dün.
Akşam tekrar uğrayacağız Mehmet ağabeyin yanına, iki zargana, bir de iskorpit yakalamış olacak, bilmiyor henüz.
“Kısmet” diyor.
İki kamışı varmış birini satacakmış, ihtiyacı olan varsa haberimiz olsunmuş.
Yemler de pahalıymış artık, boru kurtları boş çıkıyormuş, sülünesin paketi üç lira olmuş, hey yavrum hey…
Çilehaneye gidiyoruz sonra Alaattin ağabey var orada da gönüllü bakımını yapıyor çilehanenin, kendimi bildim bileli burada, yaşlanmış o da. Sürekli aynı şeyleri anlatmaktan yorulmuş, geçim derdi de olunca. Mavi boyalı tulumba, bitişiğinde kuyu hemen, ağaçların altına atılmış banklar, tertemiz her yer.
Çilehane, Gelibolu'da Fener altı olarak bilinen yerde sahilde dik bir kayanın içine oyulmuş iki oda. Yazıcızade Mehmet Efendi bu çilehanede dünya nimetlerinden çekmiş elini eteğini, dua ve ibadetle meşgul olmuş, manevi olgunluğa erişmiş.
Alaattin ağabey bazen zaman kavramını yitiriyor 15.Yüzyılda yaşamış gibi anlatıyor.
“Her gün sadece bir tane zeytin yerdi!”
Ona da garip geliyor kurduğu cümle sonra düzeltiyor “yermiş”
Hasan Hoca ile tanışacağız gün içerisinde, denizden, kitaplardan, yelkenlilerden, yapmak istediklerimizden konuşacağız, bilmiyoruz henüz.
Hasan Hoca “hayallerini erteleme” diyecek bana...
Eskisi, yenisi, küçüğü, büyüğü deniz gören evlere takılıyorum.
O bildik şarkı yine çalmaya başlıyor. Tee eski yıllarda şimdi yıkılmak üzere olan, beyaz badanalı evin balkonundan denizi izlerken görüyorum kendimi. Ne kadar da gencim! Ne iş yapıyorum acaba?
Deniz kenarında evim varsa zenginim besbelli!
Mirasyedi miyim, neyim?
Başka bir hayat, başka bir dünya?
Kim bilir?
Kim bilebilir?
Renkli eşofmanları ile spora çıkmış sarışın bir kadın telefonla konuşuyor.
“Bir adamın telefonunu verdiler, aramadım henüz, ay kız Gelibolu'ya gelin mi gelsem acaba?”
Gel diyorum içimden, Gelibolu'ya gelin gel! Yazarım ben bu kadını diye düşünüyorum. Farklı farklı hayatlar giydiriyorum üzerine, farklı farklı adamlarla evlendiriyorum. Her elbise başka başka yollara çıkıyor…
“Kader sizi bir mahalleye getirir fakat gideceğiniz yolu kendiniz belirlersiniz!”
Ahmet Altan bir kitabında geçirmişti bu cümleyi, hafıza garip bir şey.
Cümleyi hatırlarsın da kitabı unutuverirsin.
Kadının yüzünü unutursun elleri kalır aklında.
Adamı unutursun, kokusu gitmez burnundan.

Bu hikâyeyi Sunay Akın anlatsaydı sanırım sonunu şöyle bağlardı!
Sahilde gördüğümüz o renkli eşofmanlı, telefonla konuşan sarışın kadın meğer Mehmet ağabeyin gözüne torpil atan arkadaşının kızı değil miymiş?
Anlattığım beyaz badanalı şimdi yıkılmak üzere olan ev de Alaattin ağabeylerinmiş
Alaattin ağabeyin sihirli bir lambası varmış…
Kader bizi mahalleye getirdi, yolları biz seçtik.

YORUM YAP