İbrahim Çeşmecioğlu

MAVİ BİR DE KIRMIZI

Işık elektromanyetİk dalgalardan, renkler ise tayf'ın ışığın kimyasını analiz ederek ve bizzat güzellemesiyle oluşur. Işık huzmeleri fezaya bandıkları fırçayla, dünyanın tuvaline resmederler renklerin karakterini. Soylu, güzel, tabii…
Ancak renklerin Işıktan, yani Güneş, Ay ve Yıldızlardan bize ulaşması, bir frekans boyutuyla mümkündür.
İlginçtir ki; "mavi" en yüksek, “kırmızı” ise en düşük frekansa sahiptir!
Anladım ki boşuna değilmiş maviye düşkünlüğüm benim. Boşuna değil; mavi güçlü, sıcak ve içimizde özgürlük olarak bas bas bağıran, illaki sesimizi, sözümüzü, türkümüzü mavi bir insancıllıkla koruyan, hem dahi duyuran.
Peki, neden kırmızının ulaşılmaz, kibirli; frekansı düşük ve ölgün bir tortusu var?
Bizim içbükey aynamızda uzak ve yalnız olana hasretle gelişen, duygu durum bozukluğuna her dem teşne zavallı bir çocuk mudur çığlık çığlığa kırmızıya doğru büyüyen...
Kırmızı, kırgın, küskün ve nevrotik!

Bizim kırmızıyla en kestirme bağ kurma yöntemimiz böyle sunturlu hastalıklı bir zihnin deruni çıplaklığıyla oluşmuş sanki… yazık!
Döşe saplanan bıçağın bıraktığı boşlukta ığıl ığıl akan kan gibi...
Yüze vurulan tokadın utanç izi olarak...
Sokakta elimizden kaçan kurbanı, herkesin gözü ve vicdanı arasındaki dar uzun sokakta kurşunlayarak...
Boşanan kadının, eski eşi tarafından orospu ilan edilip, ülkenin ve kadının kalbine ulaşan kör mermiyle...
Hak arayan işçinin dudağında patlayan arsız, utanmasız copla...
Töre cinayetiyle Fırat'ın suyuna karışan Anadolu'mun çileli kadınının, can verirken gözyaşı, korku, acının yüzünde soğuduğu ve son bir seğirme gibi donup kaldığı ölüm utancıyla...
Kurt, kuş, böceğin, tarım ilaçlarıyla öldürülmesini, doğanın çırpınmasını bizzat isyan kırmızısıyla soluyarak...
Yeraltındaki enerji ve madenlerin paylaşımı adına çıkarılan hesaplı çatışmalarda ölenlerin masum, al kırmızısıyla...
Susan, kilitlenen, öfkeden şişen kalbin en dibine düşen bir damla insanlık hayaliyle ipil ipil...
Kirli bir beze dönüşen dillerin yılansı tıslamasıyla; kırmızı, kızıl, huzursuz...
Yeryüzündeki bütün renklerin resitalinin üzerine düşen, kakafonik kırmızı pespayelikle...
Onur özgürlük ve eşitliğin, uzun menzilli silahlarla taranarak, faşist zebanilerin, mavi göz çukurlarına doldurduğu can kırmızısıyla...
Mafya hesaplaşmasının kör şafağında yüzde beliren orantısız, patladı patlayacak ateş kırmızısı, sevimsiz kimyayla...
Yüreğin çekirdeğindeki asil ve soylu kırmızıyı sürgün eden, kuzguni kırmızıyla...
Tecavüz edilen kızlarımızın, bacaklarının arasında solan yaşamları ve asla görmeye tahammül edemedikleri hazin kırmızılarıyla…
Yani... ya da…
Saplantıların nepotik ve nevrotik yönelimlerin hastalıklı kırmızısı mıdır ığıl ığıl akan sıcak ve ölümcül toprağımıza?
Ulaşamadığımız ve hiçbir zaman aynı frekansta buluşamadığımız; bir araya gelip de sağlıklı bir ilişki kuramadığımız, içimize ateş gibi, çeliği eriten kor gibi dökülen kırmızı…
Hasta, uğunarak ve inleyerek cayır cayır yanan ciğerimizin yangın kırmızısı mıdır..?
Oysa anlamalıydık kangren olup kesilen bacaktaki üşüyen kırmızının küskün bakışını...
Anlamalıydık çer çöpten toplanan odun parçaları ve büyük bir yıkıntının hayasızca başına topladığı insanların, yaktığı ateşle harlanarak, dudaklarının arasında büyüyen hasret, umut kırmızısını...
Biz çengelli iğnenin ucuna tutturulmuş hayatlarla kırmızının lanetine teslim olduk…
Hepsi bu.

YORUM YAP