Ali Gülcü

Japon al Japon


Neden bilmem
akvaryumda balık bakmanın pahalı bir şey olduğu kalmış aklımda…
Sabah Işık ile vedalaşırken, "balıkları sakın unutma baba” dedi…
"Olur” cevabının karşılığında bir öpücük kazandım.

Kırklareli’ndeyim, gökyüzü griye kesmiş, şakır şakır yağmur yağıyor, park yeri sorunu her şehirde olduğu gibi burada da var.
Şemsiye elinde telaşla yürüyen insanlar, ayakları ıslanmasın diye hoplaya zıplaya ilerlemeye çalışanlar, diziye dalıp balkonda bıraktığı çamaşırlarının ıslandığını görünce; iki elini yanaklarına götürüp, vahlananlar…
Birinci katın balkonu olunca görüyor insan!

Küçücük bir dükkân, benim aldığımla kıyaslanınca devasa büyüklükte akvaryumlar, içlerinde cinsini, ismini bilmediğim rengârenk balıklar, boyalı kafeslerin içerisindeki kuşlar, yemler, ziller…
Kısa boylu neredeyse elli kilo zayıf bir adam, " hoş geldin” diyor kapıdan içeriye girdiğimi görünce…
" Ağabey bana bir akvaryum lazım ama bu işlerden hiç anlamıyorum… Beş yaşında bir kızım var, balık istedi…”
Pembe bir akvaryum çıkarıyor hemen, kim bilir kaçıncıya izliyor bu filmi…
Bir pompa…
Akvaryumun zeminine iki paket renkli taş…
" Balık ne alacaksın?”
" Bilmem ne alayım?”

" Japon al, en dayanıklısı onlar… Bir de Ciklet var ama sen Japon al, Japon… Ben sana beş paket yem vereyim şirketten, madem yeni başladın bu işlere…”
Adam ille de Japon deyince, pahalı balıkları kaktırmaya çalışıyor diye geçirdim içimden, fesatlık işte…
Tütülü, tüllü kuyruklu, azıcık ihtişamlı sulu boya defteri gibi balıklar…
" Seç bakalım!”
Yüzlerce balık var, elinde tuttuğu küçücük süzgeçle yakalayabilecek sanki!
" Ver ağabey sen işte, kaç para bu Japon balıkları?”
" Tanesi 3,5 lira, O da sana!”

Tabi o da bana yıllardır buradan alışveriş yaparım, eski müşteri olduğum için indirim!
"On tanesi yaşar mı, bu akvaryumun içinde?”
" Yaşar… Baksana benimkilere…”
Bakıyorum… Ne gördüysem artık, haklısın manasında kafamı sallıyorum…
"Çorlu’ya götüreceğim ben bunları ölmesinler yolda?”
Zamanın da İstanbul’dan Mardin’e, kutu içerisinde bıldırcın ve renkli civciv götürmüş adamım, on tane balığımı götüremeyeceğim?
" Şimdi ben onları beşer beşer iki torbaya koyacağım, ağızlarını da sıkıca bağlayacağım, bir şeycik olmaz… Eve gidince, akvaryumu satın su ile doldur…”
"Satın su ne demek be ağabey?”
"Damacana suyu! Poşetteki suları akvaryuma dök, üzerine satın su ilave et…”
" Pompa nasıl çalışıyor?”
" Bak pompanın kenarında vantuzları var, bunu cama yapıştırıyorsun, fişi tak, suyun içinden kabarcıklar çıkacak… Şu hortum dışarıda kalacak…”
" Yem işi nasıl?”
Yemlerin olduğu küçük paketlerden birini açıyor, "yem” dediğim de tırnak büyüklüğünde, ezince çabuk ufalanan, açık kahverengi bir şey…
" Bunlardan günde bir tane…”
Yetmiş liraya helalleşiyoruz ağabeyle…
Akşam eve dönünce bir öpücük daha kazanıyorum…
Bir heyecan, renkli taşları döküyoruz zemine, ardından pompa adamın söylediği gibi vantuzlarından cama yapıştırılıyor, balıklar torbadaki sularla birlikte akvaryuma, üzerine satın su! Fişi takınca pompadan kabarcıklar da çıkıyor…
"Bu oksijen için değil mi baba?”
Bu zamane çocukları felaket!
" Evet kızım…”
Yemleri küçük bir kavanoza koyuyoruz, tembih edildiği gibi on tanesini ufalıyoruz…
"Şimdi sıra konuşan papağana geldi sonra da hamster alır mıyız baba?
"Alırız kızım!”

YORUM YAP