Ali Gülcü

GÖZLÜK

Sıcak. Gökçeada'da Kefalos Plajı'ndayım, hasır bir şemsiyenin kuytusunda miskinliğin doruğundayım. Masmavi deniz, altın gibi kumsal, kış aylarında acaba nasıl oluyor buraları diye geçiriyorum içimden...Kalkıyor içecek bir şeyler almak için derme çatma büfeye doğru yürüyorum. Yakından bir telefon sesi geliyor, benim telefonum değil. Kumların arasında görüyorum çalan telefonu, açmak üzereyken kapanıyor. Ekrana şifre koymuş sahibi arayanı aramam mümkün değil. Çok geçmeden telefon yine çalıyor, fazla konuşmaya gerek olmasın diye telefonunuzu buldum büfeye gidiyorum diyorum," tamam" diyor...
Büfeci kovboy şapkalı, parmak arası terlikli, göbekli bir genç, aldıklarımın parasını verirken heyecanlı bir arkadaş geliyor yanımıza, telefonu uzatıyorum, teşekkür ediyor...Gülüyor iyi hissediyor kendini, ben de gülüyor iyi hissediyorum.

Kaçıncıya maviliğin koynuna bırakıyorum bedenimi, sırt üstü uzanıyorum suya, yorganım güneş desenli gökyüzü. Suyu hissediyorum, gülen çocuklara yüzme öğreten babaları, komşularını çekiştirenleri ve yalnızların iç çekişlerini dinliyorum. Kupalar, mırmırlar sürtünüyor bacaklarıma yorulunca hasır şemsiyenin yalancı gölgesine sığınıyorum...

Yarınını düşünmeyen insanların yarınını düşünmek. Yalanlarına inanırmış gibi yapmak.Gerektiğinde sırtlarını sıvazlamak, hatalarını görmezden gelmek, hayata karşı yüreklendirmek, kalpleri kırılmasın diye sürekli ortaya konuşmak...
Tam kurtardım derken avuçlarımdan bir anda kayan, akıntıya kapılan, başını köpüklü suların üzerinde tutmaya çalışırken, gözlerinde kabullenişi gördüklerimden biliyorum.
Kimse kimseye bir şey öğretemiyor!
İnsan yaşayarak hata yaparak öğreniyor, tabi öğrenmek için bir şansı daha olursa!
Düşünürken önce mavilik silinmeye başlıyor sonra sesler uzaklaşıyor, gerisi terli bir boşluk...
Mısırcının sesine uyanıyorum. İçim yanmış.

Zeytin ağaçlarının arasına serpiştirilmiş taburelerden birine oturuyor, koltuğumun altında getirdiğim Hulusi Üstün'ün Turna Fırtınası kitabına başlıyorum... Eskiden kitaplarda bildiğim yerlerin adı geçince heyecanlanır, oralara gitmiş olmanın çocukça gururunu yaşardım, bir süredir arka arkaya arkadaşlarımın kitaplarını okuyorum.
Ne keyif.
Ne güzel yazmış Hulusi Üstün.
Okumaya başlayınca geçmiş yılların Silivri'sine dönüyor önce Esat'la ardından Ayla ile tanışıyorum, yarların altına Zafer'in kır kahvesine oturuyoruz beraber. Pangaltı'da Kuyrik'in, geçmiş ve eskiye düşman, seksen yaşındaki Ermeni kadının evinde kalıyoruz bir süre...Tracy Chapman şarkıları dinlerken hava kararıyor, günümüzün gerçekliğine dönüyorum.

Gökçeada Kaleköy'de kaldığımız otelin adı; Dört Mevsim, balık lokantası da var. Sahibi Sait Ağbi, yaz kış açık olduğu için dört mevsim koymuş mekanın adını, koyu Beşiktaşlı, tavla ustası...

Lokantanın mavi, ahşap iskemlelerinde otururken aniden kalabalık oluyor. Mardinli midyeciden bir tabak midye alıyor gezenleri izliyorum...
Dondurmalar, rengarenk terlikler, sevgililer, sevgisizler, yaşlılar, gençler, umutlular, umutsuzlar, kazananlar, kaybedenler, kaybettiğinin henüz farkında olmayanlar...
Anasona vuruyorum biraz, kavuna, deniz börülcesine yaslanıyorum, gündüz gördüğüm tekne isimlerine takılıyorum nedense? Her zaman yaptığım gibi adada yaşasaydım nasıl bir hayatım olurdu diye kurguluyorum...Bir Rum kızına aşık oluyor, gündüz balığa çıkıyor akşam da bir balık lokantasında garsonum! Yok yok bizim Sarkis gibi mezeci olayım bu defa, lakerda yapayım, balık pastırması yapayım... Balık lokantasının sahibi de Kadir Savun gibi babacan bir adam olsun, arada kırsın döksün, arada beni toparlasın.
"Öğretemedikten sonra öğrenmenin ne faydası var? Günümüz insanı bir akıl tutulması yaşıyor hepsi bu! Zamanla bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın ne kadar gülünç bir durum olduğunun farkına varacak. Bilmiyorum demenin küçük düşmek olmadığını anlayacak. Yalan söylemenin sadece kendini kandırmak olduğunu, bilginin en büyük servet olduğunu kavrayacak...Kibrini, egosunu yenecek. İnsandan umudunu kesme." dese mesela...
Adada büyümüş en saf delikanlı hallerimle anlattıklarına inanmış gibi yapmasam gerçekten inansam.

Ertesi sabah güneş gözlüğümü Kefalos Plajı'nda kaybettiğimin farkına varıyorum. Ben telefonu verdim bakalım güneş gözlüğü geri gelecek mi?

YORUM YAP