Ali Gülcü

Dün gibi…

Ne olduğunu tam olarak bilemez, isteseler tarif de edemezsin. Hisseder, hüzünlü bir şeyler var havada dersin kendi kendine…Başkasına söylenmez ki bu!

Çilehanenin bahçesine, incir ağacının altına konmuş banka gideyim oturayım diye geçiriyorum içimden, mavi tulumba, duvarlara dayanmış sarıklı mezar taşları, denize eğilmiş çam ağacı kalmış aklımda.

Geçen yıl tam da bugün yine buradaymışım.

Asker gazinosunun bahçesinde sohbet ederken, “dün gibi” diye başlayan cümleler kuruyoruz.  Öyle denir ya anlamadan geçen zamana.

Orada da yalnız bir iğde ağacı var ve sürekli aynı tekne geçiyor denizden!

Sahi balkonlarını büyütmüşler kaldığımız otelin, yerler yeşil çim. İki saksı çiçek değiştirivermiş dünyayı.

Yanımda getirdiğim kitaplarım var fakat içimde okuma isteği yok.

Yazsam?

Oturuyor bir sigara yakıyorum. Ağzı maskeli, eşofmanlı kadınlar hızlı hızlı yürüyor sahilde, tek tük arabalar geçiyor. Otelin bitişiğinde, park yerinde iki beyaz karavan var, mangal yakmışlar. Köftelerin cızırtısı kulağıma, kokusu burnuma geliyor. Yesem tadını da alacağım besbelli, o tarafa bakmamaya çalışıyorum.

Çağırsalar, sofradan kaçılmaz der, nevalemi alır giderim!

Hafif ama ısıran bir rüzgâr çıkıyor, gökyüzü, biraz gri, biraz kızıl.

Karga sürüleri geçiyor kasabanın yukarılarına doğru.

Sessizlik.

Kitaplar, yollar, insanlar yazıyorum not defterine sanki biri kulağıma fısıldamış gibi! Sırıtan, koca kulaklı, büyük dişli bir adam kafası karalıyorum.

Ökkeş'in yaşlanmış hali bu! Çocukken kitaplarını okurdum, sürekli bir yerlerde olurdu.

Büyüyünce nasıl bir hayatı oldu acaba?

Kiremit rengi bir kaplumbağa geçiyor, hayallerimin arabası! Düşler de o kadarına yetiyormuş…

Mahallede daha güzeli olmayınca, bildiğini kuruyor insan.

Hata yaptığını düşündüğü için yaşadığı yılları sırtında taşıyan, zaaflarına yenik düşmüş adamlar geliyor gözümün önüne.

Ah be agacım!

Kitaplardan öğrenemediklerini yolların karşına çıkardığı insanlardan öğreniyorsun. Tesadüf diye bir şey yok!

Tecrübe etmen gereken var.

Bilginin zamanı var.

Neler, neler…

Belki uzunluk olarak ölçülmüyordur zaman?

Saatinin alarmı sabah altıda çalıyor ya, belki ertelediğin o beş dakikanın derinliği vardır!

Beş dakika, bir ömür.

Beş dakika, şu yaşına gelene kadar gördüğün en güzel rüya!

Sarışın çilli bir çocuk, gülümseyen, ağzında dişi kalmamış yaşlı bir bilge olur yerinde.

Masal bu ya!

Nereye açıldığını bilmediğimiz kapılara çıkar yolumuz.

Eşikten adımımızı atsak bir türlü.

Yapmasak aklımızda kalacak…

Laf aramızda hüzünlü bir şeyler var havada, başkasına söylenmez ki bu.

YORUM YAP