Ali Gülcü

Dokuz köpek bir hikaye...

Bİr anda etrafımı başıboş sokak köpekleri çevirdi.
Tür tür, renk renk, geceydi, sahilde benden başka kimse yoktu. Oltalar sabahtan beri denizdeydi ama şu zamana kadar tek vuruş alamamıştım, balık yoktu fakat anlamsız bir inatçılık sarmıştı benliğimi, bekleyecektim…
Kıyıya vuran kurumuş söğüt ağacını parçalayıp yakıyordum.
Kim bilir nerenin ağacıydı?
Kim bilir hangi rüzgâr sökmüştü köklerinden?
Ateşe bir dal parçası attım ve alevler tarafından yutuluşunu izledim.
Sahipsiz olduklarını belirtmek için “sokak köpeği” dedim köpeklere, bildiğin sahil köpeğiydi bunlar. Yazlıkçıların İstanbul'dan, tee bilmem nerelerden güle oynaya getirdiği, güneşli günlerde eşe dosta caka sattığı, egolarını tatmin etmek için “getir oğlum, yakala oğlum, otur oğlum” komutları verdiği, sonbaharda okulların açılmasına bir hafta varken kapının önüne konan, kovalanan, unutulan, bıkılan, terk edilen…
Başlarına gelenin farkında olan ve “ne yapalım ağbi bizim de kaderimiz böyleymiş” gözleriyle bakıyorlardı boş kovaya…
Dışlanmış, ötekileştirilmiş bir sahil köpeğinden başka, kim isyan etmeden olduğu gibi kabullenebilir hayatı?
Balık olsaydı, çalarlar mıydı?
Gücüm yetmezdi dokuzuna birden, hem nasıl paylaşacaktı dokuz köpek bir balığı?
Ne balık gelsin, ne kavga çıksın diye geçirdim içimden.
Şimdi biri gelse durumu görse nasıl anlatırdı arkadaşlarına?
“Ağbi gece sahile indim öyle yürüyorum, adamın biri karanlığın ortasında tek başına balık tutmuyor mu!? İn yok cin yok, saydım dokuz tane köpeği vardı, sarmışlar adamın etrafını, sıkıysa git yanına rasgelsin de!”
Ne kadar uyanık olsam da, kamışların ucunda parlayan yeşil fosforlara ne kadar dikkatli baksam da yengeçler yiyordu yemleri, yavaş yavaş hissettirmeden.
Balıkçıyı biliyorlardı, yemleri biliyorlardı…
Topladım oltaları, yemleri değiştirdim tekrar attım.
Domates, peynir, bir avuç da yeşil zeytin vardı çantamda, domatesin kabuklarını soydum, peyniri dilimlere ayırdım tam ilk yudumu ağzıma atacağım, balık vurdu!
Kamışın ucu iki defa kuvvetli bir şekilde öne doğru çekildi ve misina gevşedi.
Kamışı tüm gücümle geriye çektikten sonra balığı, vuruşlarını hissetim ve sarmaya başladım makinayı… Balığa gidenler bilirler balığın yakalanmasından kıyıya çekilmesine kadar geçen zaman kesinlikle anlatılmaz yaşanır. Heyecan olur, merak olur, iri bir balıksa kaçıracağım korkusu olur
El kadar bir mırmırdı çektiğim, boş kovayı taze deniz suyu ile doldurdum, balığı içine bıraktım, yemleri tazeleyip oltaları tekrar denize attım.
Hayatın, soruların, kurguların ve gerçeklerin girdaplarında kaybolmuşken kovanın etrafındaki köpek çemberinin daraldığını fark ettim…
Bundan sonrasını şöyle yazmak isterdim aslına bakarsanız!
Dokuz köpeğin en büyüğü, en iri kıyım olanı yavaş, sakin ve asil adımlarla kovanın başına geldi, balığı dişlerinin arasına alacakken onay ister gibi gözlerime baktı.
Kovanın, günün, gecenin tek balığını sahil köpeklerinin liderine verip vermekte tereddüt ettim bir süre, olur der gibi gözlerimi kapattım…
O iri kıyım köpek, balığı dişlediği gibi çıkardı kovadan ve gurubun en küçük köpeğinin önüne bıraktı!
Korktuğum olmamış kavga çıkmamıştı, sekiz köpek gecenin o vaktinde ve karınları o kadar açken gurubun en küçük köpeğinin balığı yemesini izlediler…
Keşke böyle bitirebilseydim yazıyı, eskiden olsa yapardım!
Dokuz köpeğin en siyah, en arsız, en gözü dönmüş olanı bir anda atladı kovanın üzerine, balığı ısırdığı gibi koşmaya başladı diğer sekizi de peşinden…
Dere ağzında sıkıştı siyah, arsız, gözü dönmüş köpek, ne karşıya geçebiliyor ne geri dönebiliyordu, ağzındaki balığı bırakmayı akıl mı edemedi, gururuna mı yediremedi bilmem... Siyah köpeğin parçalanışını izledim korku ve hayret dolu gözlerle, oltaları topladım.

YORUM YAP