Ali Gülcü

Ayten...

Mıstık'ın teknesindeyiz. Hava yeni kararmış, iyot kokusunun rehavetinde ya kaybolmak üzereyiz ya kaybolmuşuz. Nasıl da güzel bir akşam, sanki bugünü değil de geçmişte yaşadığımız en güzel günü tekrar yaşıyoruz.
En güzel günümüz?
Öyle pat diye dillendirilmiyor işte.
En kötü günümüz böyle olsun tadında diyeyim de siz anlayın ötesini.
Bir zamanların göz kamaştıran otelinin açığına demirliyoruz. Attığı zarlara ömrünü vermiş ve de tüm servetini yalancı bir dünyanın dipsiz kuyularında kaybetmişlerin ahı tutmuş mudur acaba?
O gösterişli günlerden bir sokak lambası kalmış geriye.
Tee eski günlerden birinde, ben neredeyse çocukken arkadaşın sevgilisine hava atacağız diye yeyip içmiş, hesap gelince dünyanın gerçekleri hakkında fikir sahibi olmuştuk.
Benim sevgilim olsa neyse!
Güzel kadınlar, yakışıklı adamlar, bir dönemin çok ünlüleri, ünlü olmaya çalışanları, zamanın para babaları, kodamanları…
Haftada iki defa motosikletle sipariş almaya gelmeye gelirdim otele, mutfakta karnımı doyurur sanki birini arıyormuş gibi sağı solu gezerdim. Havuz kenarında güneşlenenler, sırtını yağlatanlar, güneş gözlüklerinin ardından röntgene yatanlar.
Balıkta, kişi çok da balık tutmaz aslında, bakmayın siz elinde olta olduğuna. Düşünür, hatırlar, kızar kendi kendine, gülümser, iç geçirir. Balık vurduğu an gerçek dünyaya döner. Yemi yutan gözükene kadar balığın cinsini merak eder, balığı oltadan çıkarır, kovaya, livara atar yemleri değiştirir…denize değil hayal dünyasına yollar tekrar oltasını.
Hayatımda tuttuğum ilk mercanı buralardan bir yerlerden çekmiştim.
Bir keresinde de Hikmet'le parakete atmıştık. İrina gelmişti sadece.
Bu akşam istavrit ve mezgit yakalıyoruz.
Teknede dört bedeniz fakat ruhlarımız kim bilir nerelerde?
Şener dalmış öyle.
Mıstık nerelerde kaybolduysa artık?
Enver de kendi halinde.
Ben radyodan şarkı tutuyorum içimden ama, anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Biliyorum ki kış aylarında balkonda otururken bu akşamı hatırlayacağım ve keşke şöyle yapsaydım diyeceğim bir şeyler olacak.
Hep öyle oluyor ya, hissetmiyoruz, anlamıyoruz, farkına varamıyoruz.
Yıldız kayması gibi!
Gördün gördün babacığım…
Orhan Veli “eskiler alıyorum. Alıp yıldız yapıyorum” diyor ya bir şiirinde, hani şu rakı şişesinde balık olmak istediği şiir.
Şöyle karşılıklı oturma, iki kadeh de parlatma şansımız olsaydı sorardım, kimin eskisini aldın da yıldız yaptın bakalım?
Bilirim anlatmazdı, anlatamazdı, güler susardı.
Öyle olmasa, “birincisi o dal gibi kız” hani o zamanlar tüccar karısı olanın adı olurdu.
Üçüncüsünü geçiştirmez, beşinciyi atlamazdı.
Şöyle karşılıklı oturma, iki kadeh de parlatma şansımız olsaydı, onları da sorar Ayten'e ilişmezdim.
Ümit Yaşar Oğuzcan'ın milyon kere Ayten'i ile Orhan Veli'nin dokuzuncusu, bardan çıktığında istediği ile yatan Ayten'i?
İsim benzerliğidir tabi…
İnsanın insana benzediği gibi tüm istavritler ve mezgitler de birbirine benziyor.
Rakı şişesinde balıktan ne farkımız var?
Onu diyorum...

 

YORUM YAP