Uğur Türkyılmaz

Selçuklu-Osmanlı (Kınık-Kayı)

Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin sağlam temeller üzerine inşa ettikleri yönetim anlayışları ile uzun süreler devlet bütünlüklerini sürdürerek var olmaları, onların gelmiş oldukları soyların asilliği ile ilişkilendirilmiştir. Birisi Kınık, diğeri Kayı boylarından ortaya çıkan bu iki önemli devletin temelini Oğuzlar oluşturmaktaydı. Oğuzlar Türk topluluklarının içinde en önemli bir noktada durmaktadırlar. Meydana getirdikleri medeniyetler ve muazzam askeri teşkilatları bunları ispatlar niteliktedir.

Selçuklu Devleti, eski Türk geleneklerinden getirmiş olduğu yönetim ve veraset uygulamalarını devam ettirmiştir. Ancak buradaki problem bu veraset sistemindeki devlet toprağının hanedan üyeleri arasında bölüşülerek yönetimin sağlanması, kısa aralıklarla kendisini merkezi yönetimden güçlü hisseden beylerin isyanlarına sahne olmuştur. Bu da tabii ki kaçınılmaz bir unsur olan devletin zayıflamasına, çok kısa zamanlar sonra da devletin ya dışarıdan gelen daha güçlü kitleler tarafından ya da isyanda başarılı olmuş Beyler tarafından yıkılmasına zemin oluşturmuştur. Yönettikleri coğrafyalar bakımından Selçuklularda belirli bölgelerin belirli yöneticilere teslim edilerek yönetilmesi, buraların tam anlamıyla denetlenememesi neticesinde yerel yönetici durumundaki beylerin elini güçlendirmiş ve merkezi otoriteye muadil güçlerin teşekkül etmesini beraberinde getirmiştir. Toprakların kardeşler arasında bölünmesi en güçlü olduğu dönemlerde dahi devletin bütünlüğüne hasar vermiş daha küçük ve cılız devletlerin meydana gelmesine yol açmıştır.

Osmanlılar da devlet yönetiminde Orta Asya'dan getirdikleri töre kurallarını en bariz şekilde uygulamışlardır. Onları Orta Asya uygulamalarından en açık bir şekilde ayıran yön ise veraset sisteminde gerçekleştirdikleri uygulamadır. Osmanlılar kendilerine bu sayede bir bütünün bölünmeden dinamik bir şekilde devam edip güçlerinden bir şey kaybetmeden büyümeyi ve devamlılıklarını sürdürmeyi başarmışlardır. Osmanlıların en parlak dönemlerinde nasıl ki toprağın tek bir güçlü merkezi sisteme bağlı yönetilmesi sağlanırken, devletin en zayıf kaldığı süreçlerde de bu merkeze bağlılık duygusu devam etmiştir. Tek bir hanedanın bu kadar uzun bir süre yönetici konumda kalmasını, yönetmiş oldukları büyük coğrafyada kurmuş oldukları muazzam yönetim ve denetim sistemlerinde aramak gerekir. Yıldırım Bayezid'in Timur'a mağlup olduğu Ankara savaşından sonra dahi, Balkanlar'dan esen hanedana sadakat rüzgârları kısa sürede Osmanlı Devleti'nin hanedan merkezli ve tek bir bütün Osmanlı toprak anlayışı çerçevesinde şahlanmasını sağlamıştır. Bayezid'in oğulları arasında taht mücadelesi yaşanmıştır ancak her şehzade devletin merkezini ele geçirip tüm topraklara hâkimiyet kurma çabası içerisinde olmuştur.

Bu merkezi toprak bütünlüğüne karşı, Orta Asya uygulamasının hayata geçirilmesini talep eden kayıtlara geçmiş sadece Fatih'in oğlu Cem Sultan'ı biliyoruz. Ancak burada şöyle bir gerçek var ki, Cem Sultan Osmanlı Devleti'ni tüm hatları ile ele geçiremeyeceğini anlamış ve en azından kendisine ait bir baba toprağı üzerinde hüküm sürmeyi arzulamıştır. Bölünme talebi bu sebepledir ki, diğer hiçbir şehzade ve ya devlet erkânı buna sıcak bakmamıştır. Cem Sultan Osmanlı sınırlarında tutunamayıp kaçmak zorunda kaldığından sonra da bu hayalleri tamamen silinip gitmiştir.

Dönemleri itibari ile dünya siyasetine yön vermiş olan atalarımız hakkında bir şeyler yazıp çizmek bugün bizler için övünülmesi gereken harika bir geçmişe sahip olduğumuzu göstermektedir. Bizim Türklük bilincimizi kaybetmeden yeni yarınlar oluşturmamızda geçmişimizdeki bu muazzam devletleri bilmek ve yönetimlerinden dünyaya bakış açılarına kadar her şeyi en iyi şekilde ortaya koymak asli görevlerimizden biridir.

 

YORUM YAP