Ali Gülcü

DUR BAKALIM

Deniz kenarı boş bir masayı gösteriyor garson, adını biliyordum ben bu çocuğun ama dur bakalım, ay var, yakamoz, deniz lacivert, sonbahar demlendi ama bahar niyetine, kalabalık velhasıl, şala sarınan kuytusuna sığınmış, büyüğün, küçüğün, deniz börülcesine, kaya koruğuna, kavuna ve illaki beyaz peynire kesmiş ortalık...
Rehavet sinmiş insanların üzerine, bir boş vermişlik, bir adam sendecilik, bir sonbahar akşamı, kimi neşeden, kimi hüzünden, kimine sebep mi lazım yahu!
Bir ağabey var, göbekli, ayakkabıların ökçesine basmış, saçlar; döküldüm dökülüyorum, bıyıklar; Tatyos efendi, ense; maşallah, emekli Kırkpınar pehlivanı kıvamında, bir neşe , bir renk, kısa boylu...
Ağaç olsa; zeytin ağacı olurdu diye geçiriyorum içimden
Ayağa kalkıyor, yüksek sesle şerefi olanların şerefine parlatıyor bir kadeh!
Alkış, kıyamet.
Cümbüş, klarnet, darbuka...
Üç kavruk arkadaş, gündüz ayakkabı boyacısı, güneş battıktan sonra müzisyen ve de sanatçıyız hepimiz.
Çeviriyorlar zeytin ağacının etrafını silkeleyecekler besbelli de zeytin hasadına var daha!
Yağmur başlıyor...
Durup dururken öyle;Ağır roman gibi, Harmandalı gibi, Zeybek gibi, içinden geldiği gibi...
Çıkaracağım bu garson çocuğun adını da dur bakalım.

YORUM YAP