Ali Gülcü

Deniz Görüyorsa...


Denizin kenarına konmuş boş bir bank görürsem dayanamıyor oturuyorum hele yakında bir çay bahçesi varsa..
Hava ne soğuk ne sıcak olacak, güneş arsız arsız rahatsız etmeyecek, maviliğe gözlerini kırpmadan, yüzünü ekşitmeden bakacaksın, birkaç martı geçecek önünden, küçük ve tedirgin adımlarla gelen ufaklık elinde tuttuğu simidi martılara atacak…
Çekirdek yerken sohbet eden insanlar, gürültü, uğultu olmayacak!
Hiçbir şey düşünmeyecek öyle boş bakacak, nereyeyse artık dalıp gideceksin, ta ki, hayatında ilk defa gördüğün bir adam, eli ile dürtüp; " birader ateşin var mı?” diye sorana kadar…
Öyle durumlarda; ne bildi sigara içtiğimi diye geçiriyorum içimden sonra gözlerim gömlek cebime takılıyor!
Bu mereti neden gömlek cebimizde taşıyoruz?
Nereden gelme, kimden kalma bu kültür?
Bilinçaltında cigara içecek kadar adamım düşüncesi mi var?
Aha da burada tam kalbimin üzerinde gezdiriyorum…
Olayın gözünü çıkarırken; içiyorum ama evladım sen içme diyecek kadar anlaşılmasızda
Şimdi pek tesadüf etmiyorum ama paketi farklı yerlerinde taşıyanlar hala var…
Ağabeyden önce ucuz limon kolonyasının kokusu gelir, dörde benzeyecek şekilde bacak bacak üzerine atar, gömlek göbeğe kadar açıktır, kösele iskarpinler yanıyordur, beyaz çorabını aralar!
Terden buhar yapmış, duşa durmuş tütünü çıkartır… Sağ eli ile tuttuğu paketi sol işaret parmağına denk gelecek şekilde vurur, izmaritler öne doğru fırlar;
" Yak bakalım, ciğerlerin bayram etsin…”
Beyaz çorap içine mumyalanmış sigaranın markası önemlidir, taşıyana, içene zengin havası verir, zamanında teee Amerika’da kovboylar bile bu savaş! çubuğunu tüttürüyordur…
Şimdinin ederi ile bedeli; on ekmek parasıdır…
Herkesin içebileceği zıkkım değildir, ciğerlerin bayrama niyetlenmesi de bu sebeptendir…

Başka bir toplumsal mesele de, kişinin tanımadığı insanlardan ateş ve sigara istemesidir…
İhtiyaç sahibi, ekmek parası arayışını dillendirirse; dilenci olur…
Sigara, ateş isterse; arkadaş muamelesi çekilir, normal karşılanır, verilir…
Denize nazır bankta yalnız oturan adamların yanına, anlaşılmayı, birisine anlatsın, işin ucu nereye varırsa varsın düşünceli, genellikle orta yaşın üzerinde, saçları boyalı, kirpikleri takma olduğu tahmin edilen bayanların yanaştığı, ateş istediği, "sanki sizi tanıyor gibiyim” dediği… Yüz bulamayınca bavul büyüklüğünde çantasını omuzlanıp, alışık olmadığı topuklular yüzünden, bilek burkma tehlikesini hiçe sayıp, hızlı hızlı ayrıldığı da, tam tersi durumların yaşandığı da olur…
Durumu izlemişliğim var, başıma gelmişliği yok.
Olsaydı da burada anlatmazdım zaten!

Şimdiki gibi; sonbahar, havanın serin olduğu bir akşamüstü Silivri’de çay bahçelerinin önüne serpiştirilmiş, banklardan birinde, ellerimi ceplerime sokmuş, ayaklarımı öne doğru uzatmış sanki hiç derdim yokmuş gibi oturuyorum…
Bütün dikkatim lodosun batırdığı, martların umumi tuvalet olarak kullandığı kayığın üzerine konmuş karabatakta…
Kısa boylu, şalvarlı, başörtülü, roman bir abla geldi yanıma, oturdu…
" Fal bakayım sana…” dedi… Nazlandım önce, ısrar etti…
Kendine faydası yok, bana nasıl olacak diye sırıttım… Düşüncemi dillendirmedim tabi!
Arkadaaaş o abla bir bakla falı açtı… Denk mi geldi, teferruatına girmeyeyim, nasıl olduysa, olanı biteni boş ver, bazı konulardaki düşüncelerimi bile bildi ya…
Ağzım açık, algarna yemiş, fenerbalığı gibi kaldım!
Üzerine verdiğim parayı, elinin tersi ile itmesin mi?


Adını sormadığıma hayıflandım şimdi meraklısı boldur bu işlerin, bilsem yazacaktım, Silivri sahilde bakla falı açan ablayı arayacakların işini kolaylaştıracaktım!


İmkân olsaydı deniz gören banklardan, insan hikâyeleri dinlemek isterdim…
Nelere şahitler kim bilir?
Kimlerin sırlarını saklıyorlar acaba?
"Bank” deyip geçmemek lazım, hele deniz görüyorsa…
Hamiş: Sahi ben Samurayları severim! Dersimiz Bushido, felsefemiz; her nefeste hayat!

YORUM YAP