Eğitim dünyasında sıkça duyduğumuz ifadeler vardır: “Artık değişim şart”, “Sistem değişmeli”, “Eğitimde reform yapmalıyız.”
Bu ifadeler, elbette haklı bir ihtiyaca işaret eder.
Ancak sorulması gereken daha derin bir soru var:
Biz gerçekten bir değişim mi istiyoruz, yoksa bir dönüşüm mü?
Değişim; genellikle yapısal, gözle görülür ve ölçülebilir düzenlemeleri kapsar.
Eğitim bağlamında bu, müfredatın güncellenmesi, sınav sistemlerinin revize edilmesi, yeni teknolojilerin sınıfa girmesi ya da öğretmen eğitimlerinin yeniden yapılandırılması şeklinde karşımıza çıkar.
Örneğin, sınav sistemi değişir, adı TEOG olur, sonra LGS, okullarda tablet dağıtılır, akıllı tahtalar kurulur, ders kitaplarının kapağı değişir, içerik “yeni kuşaklara uygun” hale getirilir.
Tüm bunlar değişimdir.
Fakat bu değişimlerin ardından çocukların öğrenme motivasyonu artıyor mu?
Eleştirel düşünme gelişiyor mu? Öğretmenler mesleki tatmin yaşıyor mu? Veliler eğitime güven duyuyor mu?
Asıl dönüşüm burada başlar.
Dönüşüm, yüzeyde değil, temelde gerçekleşen bir süreçtir.
Psikolojik olarak bakıldığında bu süreç, bireyin veya sistemin inançlarını, değerlerini, bakış açılarını ve niyetlerini yeniden inşa etmesini gerektirir.
Eğitimde dönüşüm demek; ezberlemeyi değil, anlamayı önceleyen bir anlayışın yerleşmesi, başarıyı notlarla değil, öğrenme yolculuğuyla tanımlamak, öğretmeni bilgi aktarıcısı değil, öğrenme kolaylaştırıcısı olarak görmek, çocuğu pasif bir alıcı değil, aktif bir üretici olarak kabul etmektir.
Bir öğretmenin sınıfta sessizliği sağlaması bir değişimdir.
Ama öğrencilerin içsel motivasyonla derse odaklanması bir dönüşümdür.
Velilere her hafta ödev listesi göndermek bir değişimdir, ama onları çocuğun öğrenme sürecine bilinçli şekilde dahil edebilmek bir dönüşümdür.
Dönüşüm önce bireyde başlar.
Bir öğretmenin kendi öğrenme anlayışını, çocukluk deneyimlerini ve öğretme tarzını sorgulaması kolay değildir.
Ancak dönüşüm ancak bu içsel sorgulamayla başlar.
Her eğitimci kendine şu soruları sormalıdır:
Öğrencilere bilgiyi neden ve nasıl sunuyorum?
Korkuyla mı, merakla mı öğretiyorum?
Ben öğrencilik yıllarımda nasıl bir öğrenme deneyimi yaşadım?
O deneyim beni nasıl şekillendirdi? Çünkü çoğu zaman öğretmenlik tarzımız, kendi içsel yolculuğumuzun yansımasıdır.
Dönüşüm burada başlar.
Öğretmen, kendi iç çocuğunu tanıdığında öğrencisinin iç dünyasına daha kolay temas edebilir.
Toplumsal eğitim dönüşümünü engelleyen hususlarda var olduğu bir gerçektir.
Bunların ilki zaman baskısıdır.
Herkes sonuç istiyor ama kimse sürece sabır göstermiyor.
Dönüşüm, zaman ister. Hızlı sonuçlar için yapılan hamleler sadece değişimle sınırlı kalır.
Bir diğeri anlık görüntü.
Eğitimde “başarı” hâlâ sınav sonucu demektir.
Oysa çocuğun merak duygusu, duygusal dayanıklılığı ve karakter gelişimi gibi görünmeyen değerler göz ardı edilir.
Ve üçüncü ve en önemlisi de “Disiplin sıkıdır”, “Çocuk otoriteye uymalıdır”, “Öğretmen bilir” gibi yerleşik ama işlevsiz inançlardır.
Bu eğitimde dönüşümün önündeki en büyük psikolojik engeldir.
Peki gerçek dönüşüm için ne yapmak gerekir?
Dönüşüm, sadece pedagojik değil, aynı zamanda psikolojik bir süreçtir. Öğretmen kendini güvende hissetmeden değişmek istemez.
Dönüşüm, deneme-yanılma ile gelişir. Hata yapmayı öğrenmenin bir parçası olarak gören bir ortam yaratılmalı.
Ayrıca çocuğun içsel gelişimini gören, onu yargılamadan destekleyen bir aile yapısı, dönüşümün en sağlam temelidir.
Ve finalde tabi ki eğitim politikaları sadece performans ölçütlerine değil, insan yetiştirme idealine dayanmalıdır.
Sonuç olarak bir binanın çatısını boyamak değişimdir.
Temelini güçlendirmek dönüşümdür.
Sınıfları renklendirmek değişimdir.
Ama sınıfta güvenli bir duygusal iklim yaratmak dönüşümdür.
Yeni sınav sistemi değişimdir.
Ama öğrenme anlayışını değiştirmek dönüşümdür.
Bugün karar vericilerden velilere, öğretmenlerden öğrencilere kadar hepimizin kendine sorması gereken bir soru var:
“Ben değişime mi direniyorum, yoksa dönüşümden mi korkuyorum?”
Ve belki de asıl soru:
“Bu sistem içinde sadece değişmekle yetinecek miyim, yoksa gerçekten dönüşecek miyim?”.